Dünyanın neresine gidersek gidelim anadil halkların en temel onur kaynağı ve sahiplendikleri değerleridir. Çünkü bir insan dil ile insan oluyor ve insan olma anı ise anadil ile başlayan bir süreç oluyor. “Sizin dillerinizin ve renklerinizin çeşitliliği Allah’ın ayetlerindendir” sözleri kutsal kitap Kuran’a ait. Öyle ki birçok farklı inanç ve siyasal yapılarda halkların dillerine özelde de anadillerine hep saygı gösterildiği iyi bilinir. Anadillerin horlandığı, yasaklandığı, hiçe sayıldığı, alay konusu yapıldığı tek siyasi yapı faşist devlet yapıları olmuşlardır. Faşizmin ise ne kadar karanlık bir siyasal yapı olduğunu herkes bilir. Faşizan yapıların ise “Ölü dillerin coğrafyası…” olduğu ya da böyle ölü coğrafyalar yarattıklarını unutmayalım.
Halbuki bizlerde biliyoruz ki “Dil, insanın insanlaşma sürecini ifade” eden en temel insan değeridir. “Dil kavramı, kültür kavramıyla sıkı bağlantılı olup esas olarak dar anlamında kültür alanının başat bir kavramıdır. Dil’i dar kültür olarak da tanımlamak mümkündür. Dilin kendisi bir toplumun kazandığı zihniyet, ahlak ve estetik duygu ve düşüncenin toplumsal birikimidir. Anlam ve duygunun bilince çıkmış, ifadeye kavuşmuş kimliksel, ansal varoluşudur. Dile kavuşan toplum, yaşamın güçlü gerekçesine sahip olmuş demektir.” Öyle ki Kültürü: “İnsan türüne özgü bilgi, inanç ve davranışlar bütünü ile bu bütünün parçası olan maddi nesnelerdir. Toplumsal yaşamın, dil, düşünce, gelenek, işaret sistemleri, kurumlar, yasalar, aletler, teknikler, sanat yapıtları gibi her türlü maddi ve düşünsel-ruhsal ürününü kapsamına alır” derken dilin ne kadar önemli bir oluşum sürecini ifade ettiğini dile getirmiş olurlar. Yine, “Uygarlıklar veya kültürler, tıpkı konuştuğumuz dil gibi, birer mirastırlar. Bir toplumda çatlak ve çukurların açılma eğilimine girdiği her seferinde her yerde hazır olan kültür bunları doldurmaktadır” denilmektedir. Peki, anadilin yasak olduğu, gelişmesine izin verilmediği yerlerde oluşan o çatlak ve çukurlar nasıl kapatılacaktır?
Saygın bir Türk aydının da ifade ettiği gibi: “Bilimsel araştırmalar bize eğitimin, çocuğun en iyi bildiği dil üstüne inşa edilmesi gerektiğini söylüyor. Dilbilimde ‘diller arası aktarım ilkesi’ diye tabir edilen bir ilke vardır; şu anlama gelir: Çocuk en iyi bildiği dilde okuryazarlık becerisi edindikten sonra, edindiği becerilerden ikinci bir dil öğrenirken faydalanır ve böylelikle ikinci, hatta üçüncü, dördüncü dilleri öğrenmesi kolaylaşır. Bu, çift taraflı işleyen bir ilkedir: Yani çocuk ikinci dilde edindiği becerilerden birinci dilini daha da çok geliştirmek üzere de faydalanabilir.” Bu gerçeklerin yanı sıra birde kendi dilini öğrenmeden, geliştirmeden büyüyen bir çocuğun yaşayacağı handikaplar nelerdir diye sorursak, acaba bilimsel araştırmaların verecekleri cevaplar nasıl olacaktır?
Bizler ruh biliminde biliyoruz ki, kendini sağlıklı ifade edemeyen bireyler büyük travmalarla yüz yüze gelirler. Yani hastalıklı olurlar. Bir toplumun bireyleri henüz küçük hatta çocuk yaştan itibaren hasta edilmesinin, hasta hale getirilmesinin hesabını peki kim verecektir?
“İnsanın doğumuyla kazandığı dil yeteneğinin ve öğrendiği anadilin, onu insan yapan ve herkesin saygı göstermesi gereken en temel değerlerden biri olduğunu bu vesile ile hatırlamamız lâzım” diyen üstelik bir Türk milliyetçisi olan bu sözlerin sahibi olan aydına ya da yazara katılmakla birlikte, peki insanı insan yapan bu temel değerden yoksun ve yoksul bırakılan, bırakılmasına da ısrarla çalışılan bir halkın evlatlarının da söyleyecekleri hiçbir şey olmaz mı? Ya da olmayacak mı?
Elbette: “Dil, ait olduğu kültürün en temel bileşenlerinden biridir. Kültürün toplumsal bir olgu olduğu düşünülürse, toplumsallığın iletişimle anlam bulduğu ve temel iletişim aracı olarak “DİL”in önemi kendiliğinden anlaşılacaktır.” Birde birçok aydının belirtiği, “uygarlığın en değerli kolektif keşfi” olan dilin hem de anadilin paha biçilmez bir keşif olduğu da ortadadır. Lakin kimileri bu insanlığın en büyük ortak değerini ısrarla yok etmek için, küçük düşürmek için ve de kullanılmaması için, tam bir kültürel soykırım temelinde politikalar yürüttüğünü unutmayalım.
Ama bizde yukarıda ifade ettiğimiz gibi biliyoruz ki insanlığın yarattığı en büyük değerlerden bir tanesi kesinlikle dil olmuştur. Başkan Apo’nun: “Toplumsal yaşamın ortaya çıkardığı güç ve vazgeçilmezlik kendini kanıtladıkça ve pratikleşme beyne yansıdıkça, düşünceden dile doğru bir gelişmenin de hızlandığı çok iyi bilinmektedir. İnsanlık tarihinde bu gelişmeye ilk ve en büyük devrim de denilmektedir” tespiti dilin tarihi köklerini berrak bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Şimdi bu düzeyde insanlığa büyük katkısı olmuş bir değeri insanlığa ya da insanlığın geleceğini sürdürecek olan çocuklara nasıl taşıracağız? Denilecek ki eğitim ile hem de dil eğitimiyle, anadil eğitimiyle. Ve denilecek ki bu olmazsa ya da yapılmaz ise bir toplumun bireyleri kesinlikle sağlıklı büyüyemeyecek ve hem ruhen hem de kültürel olarak sağlıksız olacaklardır. O zaman demek ki eğitim, toplumun sağlıklı işleyişi için olmazsa olmaz değerinde ve görevlerinden bir tanesi olduğu çok açık değil midir?
Birçok bilim adımı, dil uzmanı ve sosyolog toplumları incelerlerken özelde de bizim gibi sömürge toplumları incelerlerken şu tespitleri yaptıklarını biliyoruz: “Ezen ve ezilen arasındaki ilişkinin temel öğelerinden biri kural belirlemedir. Her kural belirleyiş, bir insanın başka bir insana seçimini dayatması demektir, bu da belirlenen insanın bilincini, belirleyeninkiyle uyumlu bir bilince dönüştürür. Böylelikle ezilenlerin davranışı belirlenmiş davranıştır, ezenin ilkelerini izler. Demektir... Ezilenler, yabancılaşmanın etkisiyle ne pahasına olursa olsun ezene benzemek, onu taklit etmek, onu izlemek isterler… Kültürel istilanın başarısı için, istilaya uğrayanların mutlak şekilde daha zayıf olduklarına ikan edilmeleri şarttır. Her şey karşıtını da içinde barındırdığı için, istilaya uğrayanlar kendilerini değersiz saydıkları ölçüde, zorunlu olarak istilacıların üstünlüğünü de tanımak durumda kalırlar. Böylece istilacıların değerleri istilaya uğrayanlar tarafından örnek alınmaya başlar. İstila ne kadar keskin vurgulanıyorsa, istilaya uğrayanlar kendi kültürlerinin ruhuna ve kendilerine ne kadar çok yabancılaşırsa, istilacılara o kadar çok benzemek, onlar gibi görünmek, onlar gibi konuşmak isterler.” Neden? Çünkü özelde bir toplumun temel kültürü olan diline yasaklar getirirler, hakaret yağdırırlar, sömürge altına alınmış toplumun kendi dilinde kendilerini eğitmesine, kendilerini ifade etmelerine izin vermezler. Özcesi öyle yaparlar ki toplum tümden gerçekten de kendisini değersiz görsün, kıymetsiz bilsin ve de sömürgecilere muhtaç olduğunu düşünsün. Çünkü gerçekten de: “Dilin sadece bir iletişim aracı değil, ayrıca ulusal varlık için bir düşünme yapısı da olduğunu kabul etmek gerekir. Dil, bir kültürdür.” Dile saldırılar gelişti mi orada kültüre ve toplumun ruhsal sahasına müdahale edilmiş oluyor. Yaralanan bir dil ve kültür yaralanan toplum ve insanlıktır.
O zaman yapılması gerekli olan bazı şeyleri elde etmek değildir. Hatta kimi yerde tırnak içerisinde özgürlüğünüzü de elde edebilirsiniz. Ama yapılması gereken çok daha fazla şey kesinlikle vardır. Bunların başında ise: “Zihinlerimizi sömürgecilikten ve sömürgelikten kurtarmalıyız.” Bunun için bu olmazsa olmaz bir görev ve hatta sahiplenilmesi gerekli bir onur meselesi olmalıdır.
Bu yapılmadıkça: “Kendi omuzları üzerinde başkalarının kafasını taşımaya-gezdirmeye razı” olanlar olarak her gün yeniden yeniden kültürel olarak soykırıma tabi tutulmaya devam edilecektir. İsimlerimiz Rojin ya da Helin’de olsa dilimiz ve dolayısıyla zihniyetimiz Asena, Alparslan, Han olmaya devam edecektir. Bunun da aşılması için: “Sömürge durumuna alışılamaz; demir bir yaka gibi ancak kırılabilir” diyerek Kürdistan'da onurumuz olan Anadilimizi sahiplenmesi kampanyasına en sert biçimde de olsa devam etmeliyiz.
Başkan Apo: “Kendi dili yazdıramayan, kullanamayan bir halk toplumu hor görülmeye layıktır” diyor. Ancak biz kesinlikle hor görülmeyi çoktan hak etmeyi aşmış bir halk olarak, bu hakaretlere karşı sonuna kadar direnmeli ve karşı koymalıyız.
“Dilin gelişkinlik düzeyi yaşamın gelişkinlik düzeyidir. Bir toplum ne kadar anadilini geliştirmişse o denli yaşam düzeyini geliştiriyor demektir. Ne kadar dilini yitirmeyle ve başka dillerin hegemonyası altına girmeyle karşılaşmışsa o denli sömürgeleşmiş, asimilasyona ve soykırıma uğramış demektir. Bu gerçekliği yaşayan toplumların zihniyet, ahlak ve estetikçe anlamlı bir yaşamları olmayacağı; trajik, hasta bir toplum olarak silininceye dek yaşamaya mahkûm kalacakları açıktır. Anlam, estetik ve ahlak yitimini yaşayan toplumların kurumsal değerleri ancak sömürgenlerin hammaddesi olarak işlenecekleri de bu açık olmanın bir gereğidir.”
Kürt halkı 40 yıllık kesintisiz mücadelesiyle sömürgecilerin hammaddesi olmayacaklarını verdikleri binlerce şehit kanıyla ortaya koymuşlardır. O zaman tarihin bu önemli anında, TC devletinin anadilimizi engelleme girişimlerine ve onlarca hakaretlerine karşı topyekûn bir yürek olarak; her yerde, her cephede en sert karşı koymaya kendimizi hazırlayarak, anadil verecek okullarımızı mutlaka korumalı ve sahiplenmeliyiz.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 22 Eylül günü saat 13:00'da gerilla güçlerimiz Şengal'in Gabare köyünde iki suikast eylemi gerçekleştirmiştir. Burada iki Daiş çetesi öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Kadını öncelikle tanımlamak, toplumsal yaşam içindeki rolünü belirlemek doğru yaşam için esastır. Bu yargıyı biyolojik özellikleri ve toplumsal statüsü açısından belirtmiyoruz. Varlık olarak kadın kavramı önemlidir. Kadın tanımlandığı oranda erkeği tanımlamak olasılık dahiline girer. Erkekten yola çıkarak kadını ve yaşamı doğru olarak tanımlayamayız. Kadının doğal varlığı daha merkezi bir konumdadır. Biyolojik açıdan da bu böyledir. Erkek egemen toplumun kadın statüsünü alabildiğine düşürmesi ve silikleştirmesi, kadın gerçekliğini kavramamızı engellememelidir. Yaşamın doğası kadınla daha çok bağlantılıdır. Buraya kadar Kadının toplumsal yaşamdan alabildiğine dışlanması bu gerçeği yanılamaz, tersine doğrular. Erkeğin zorbaca yok edici gücü, kadın şahsında aslında yaşama saldırmaktadır. Toplumsal egemen olarak erkeğin yaşam düşmanlığı, yok ediciliği, yaşadığı toplumsal gerçekliğiyle yakından bağlantılıdır. Bu yargımızı evrenselleştirirken enerji-madde ikilemini esas alabiliriz. Enerji, maddeye göre daha esastır. Maddenin kendisi yapı sallaşmış enerjidir. Enerjiyi saklamak, varlıksallaştırmak için form kazanmış biçimi oluyor. Madde bu özelliğiyle enerjiyi kafeslemekte, akışkanlığını dondurmaktadır. Her madde formunun enerji payı farklıdır. Zaten bu enerji farklılığı; maddi formların, yapıların farklılığını belirlemektedir. Kadın maddesindeki, formundaki enerjiyle erkek maddesindeki enerji farklıdır. Kadında taşınan enerji hem daha fazla hem de niteliği farklıdır. Bu farklılığı doğuran kadın formudur. Toplumsal doğada erkek enerjisi iktidar aygıtlarına dönüştüğünde maddi formlar, biçimler halini alır. Biçimler tüm evrende soğumuş enerji olarak tutucudur. Toplumda egemen erkek olmak, iktidar biçimciliği haline gelmektir. Taşıdığı enerji ağırlıklı olarak form kazanmıştır. Form haline dönüşmeyen enerji azdır ve çok az kişilikte yaşanır. Kadında ise ağırlıklı olarak enerji form haline, biçimselliğe gelmez. Enerjisi akışkan halini korur. Erkek formunda, kafesinde tutuklanmazsa yaşam enerjisi olarak akışkanlığını sürdürür. Dondurulmamış kadındaki güzellik, şiirsellik, tını kabiliyeti (anlam potansiyeli) bu ağır basan enerji haliyle yakından bağlantılıdır. Bu gerçekliği kavramak için canlı yaşamı daha derinliğine kavramak gerekir. Bu felsefi perspektifle kadına yöneldiğimizde de anlamlı yaşamın kadınla bağını iyi, doğru, güzel yanlarıyla geliştirmek gerektiği sonucuna varılabilir.
Reber APO
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 21 Eylül günü saat 01:00'de gerillalarımız Şengal Merkezde bulunan ve Daiş çetelerinin üs olarak kullandığı Şemdin Gazinosuna 3 koldan kapsamlı bir eylem gerçekleştirmişti. Şehit Armanç ve Şehit Roni yoldaşlarımızın anısına gerçekleşen bu eylemde 1. Kol güvenlik çadırlarını hedef almış ve etkili vurarak çok sayıda çeteyi öldürmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 21 Eylül günü (bugün) saat 01:00'de gerillalarımız Şengal Merkezde bulunan ve Daiş çetelerinin üs olarak kullandığı Şemdin Gazinosuna 3 koldan kapsamlı bir eylem gerçekleştirmiştir. Şehit Armanç ve Şehit Roni yoldaşlarımızın misillemesi için gerçekleştirilen bu eylemde çok sayıda çete üyesi öldürülmüştür.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 17 Eylül günü akşam saat 19:00'da Şengal'e bağlı Herdan köyü mıntıkasında Gerilla güçlerimiz ile Daiş çeteleri arasında bir çatışma yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Bu Eylül Xakurke alanında hava saldırısı sonucu yaşanan toplu şahadetin ikinci yılı tamamlanmaktadır. Şahadet yıldönümü vesilesiyle burada şehit düşen 11 yoldaşımızı saygıyla anıyor ve anılarına bağlılığı mücadele kararlılığımız olarak ele alıyoruz. Bu şehitlerimiz içinde devrim mücadelemizde önemli süreçlerin sorumluluğunu üstlenmiş, öncülük yapmış yoldaşlar olduğu gibi gelişme ve yetkinleşme aşamasında olanlar, yine devrimin yükünü omuzlamaya kararlı yeni ve genç arkadaşlarımız da bulunmaktadır. En eski ve en yeni arkadaşlarımızdan oluşan bu şahadet gerçeği PKK’nin özünü ve karakterini de ifade etmektedir. Bu şehitlerimiz hem mücadelemize yıllarca kattıkları emek ve yarattıkları örgüt gücü ile, hem de her birinde somutlaşan devrimci özgür kişilikle bizler için örnek alınması ve mücadele çizgileri yaşatılması şart olan kişiliklerdir. İzlerinden yürümek kadar onlardan güç ve mücadele azmi alıyoruz. Aynı zamanda mücadelenin bugünkü gücüne ulaşmasında büyük çaba sahibi yoldaşlarımız olmaları itibariyle mücadeleyi güçlendirmek ve onlar şahsında somutlaşan özgürlüğü tüm halka taşırmak onlara vicdan ve yoldaşlık borcumuzdur. Henüz genç ve gelişim aşamasında olan yoldaşlarımız şahsında da onların devrim ve özgürlük hayallerini kaldıkları yerden devam ettirmek ve özgür geleceği kurmak yoldaşlık sözümüzdür.
Rüstem, Çiçek, Rozerin, Alişer, Dicle, Nazlıcan, Xebat, Amara, Roj Amara, Eşref, Erdal yoldaşların her birinin mücadelemize kattığı büyük bir güç olmuş ve şahadetleri bizler açısından özgürlüğü mutlaka zafere taşıma gerekçesi olmaktadır. Her bir arkadaş mücadeleye kattıklarıyla her an örnek olarak önümüzde duran arkadaşlardır. Şahadetlerinin üzerinden iki yıl geçmiş olsa da, anıları, şahadetleri henüz dün olmuş kadar hafızamızda canlıdır. Bu yönüyle onlara yoldaşlık sözümüz günlük mücadelemize yön veriyor ve özgürlük düşmanı güçlere karşı öfkemizi biliyor.
Onları anlatmak ise birkaç satıra sığdırılamaz, her birinin mücadele yürüyüşü romanlara konu olacak, ezgilerle türküleşecek kadar fedakârlık ve kahramanlıklarla doludur. Her biri filmlere, konu olabilecek kişilik ve mücadele çizgisidirler. PKK’de yaşanan kahramanlıkları söze sığdıramayız. Bu yüzden her bir şehit yoldaşı anlatmak istediğimizde onları yıllarca tanıyor olsak bile söyleyecek tek bir kelime bulamayız. Bu aklımızdan sözler gelip geçmediğinden değil, aklımıza gelen sözlerin içimizdeki duyguları ifadeye yetmediğindendir. Kelimelerin onlarda somutlaşan kahramanlığı, devrim emekçiliğini, özgürlük ruhunu ifade etmeye yetmediğindendir. Bu nedenle onları anlatmak ancak sanat diliyle olabilir. Daha da anlamlısı onlardan öğrendiklerimizi mücadele çizgimizde ve yaşam tarzımızda somutlaştırmakla olur.Bu yazıda Onlara dair dile getireceklerimiz, her biri yirmi yıllık devrim militanı, özgürlük öncüsü olan bu arkadaşları anlatmaya yetmeyecektir.Dile getireceklerimiz şahadet yıldönümünde Onları anarak anılarına bağlılık sözümüzü yenilemek, mücadele çizgilerinin takipçilere olarak Onların mücadele ve kişiliklerinden daha fazla şey öğrenmeye çalışmak olacaktır….
Çiçek yoldaş, silahlı mücadelenin yeni başladığı ve hareketimizin henüz halk içinde yeni tanınmaya başladığı süreçte mücadeleyle tanışmış bir arkadaştır. Hareketi tanıdıktan kısa bir süre sonra aktif katılımı esas almış ve bir süre sonra da gerilla saflarına katılım sağlamıştır. Çiçek arkadaşta somutlaşan Botan kadınının özgür ruhudur. Botan kadınının doğal, kendine güvenen, yaşam derinliği olan özünü temsil ettiği gibi, gerilla olarak da çoğunlukla Botan’da kaldığı için temel şekillenmesini burada almıştır. Bu yönden de Botan gerillasının direngen karakterinin ifadesidir. Doğal toplum özelliklerinden kopmamış, doğaya ve insana karşı duyarlı ve incelikli yaklaşımı öne çıkan temel özelliklerindendir. Yine mütevazi olduğu kadar kendine güvenen bir duruşa sahiptir. Attığı adımların sağlamlığından ve doğruluğundan emindir, sonucun nasıl gelişebileceğinin yaşam tecrübesi ve deneyiminin gücüyle bilincindedir. Yaşam ve mücadele tecrübesi büyük bir birikim yaratmış ve bu da yaptığı her işte doğru yol ve yöntemle hareket etmesinin ve başarıyı sağlamasının temelini oluşturmuştur.
Çiçek yoldaş mücadelenin hep en zorlu alanlarında kalmıştı. Savaşın en kızgın olduğu anlarda hep savaşın ön cephesinde öncü ve komutan olarak katılmıştı. Kadın ordulaşmasının ilk günlerinden, kadın hareketinin partileşme süreçleri ve konfederal sistem olarak kendini örgütleyecek güce ulaştığı günümüze kadar kadın hareketinin en önde gelen militanlarından ve öncülerindendir. Komuta kişiliği olarak her işe önemli önemsiz ayrımı yapmadan büyük bir ciddiyet ve hassasiyetle yaklaşmayı esas almış, her görev ve sorumluluğu büyük bir coşku ve heyecanla yerine getirmeye çalışmıştır. Diğer taraftan, yorgunluk nedir bilmez, emekçilikte örnek olduğu gibi, ruh olarak gençlik ruhunu ve canlılığını her gün daha da büyüterek katılmıştır. Yaşam sevinci ve coşkusu yaptığı her işe yansımış, canlı bir karakter şekillenmesi yaratmıştır. Şehit düştüğünde 22 yıllık bir gerillaydı. O katıldıktan yıllar sonra doğup büyüyen genç gerillalara 22 yılın tecrübesiyle komutanlık ve öncülük ediyor ve tecrübelerini aktarıyordu.
Rüstem arkadaş da mücadelede geçmiş bir ömrün ifadesidir. Rojava’dan mücadelemize katılan en eski arkadaşlarımızdandır. Mücadelenin değişik çalışma sahalarında çalışma yürütmüş ve öncülük yapmıştır. Gerilla pratiğinden, siyasal çalışmalara ve ideolojik çalışmalara kadar değişik çalışma alanlarında öncülük düzeyinde katılmış ve sorumluluk üstlenmiştir. Bu alanlarda sağlanan gelişmelerde Rüstem arkadaşın emeğinin büyük payı vardır. Bu çok yönlü katılım hem büyük bir birikim ve yetkinlik gerektirdiği gibi Rüstem arkadaş da kendini çok yönlü yetkinleştirmiş ve birikim sahibi kılmıştır. Bu birikim ve tecrübeyle örgütün önemli bir yükünü omuzlamıştır. Diğer taraftan ise mütevazi ve sakin bir karaktere sahiptir. Kendine güvenli, ne yaptığını bilen, mütevazi, sakin karakteriyle ve yaptığı çalışmaya adanmışlık düzeyiyle günümüzün derviş kişiliği en fazla onda somutlaşmıştır demek yerindedir. Bir derviş gibi Önderlik paradigmasını anlamak ve anlatma çalışmasına kendini adamış ve ideolojik çalışmaların gelişmesinde büyük emek sahibi olmuştur.
Rozerin arkadaş, Çiçek arkadaş gibi savaşın içinde büyümüş ve özgürlüğü karakterine işlemiş bir kişiliktir. Çok genç yaşta katılmış ve savaşın çok kızgın olduğu süreçlerde hep ön saflarda yer almıştır. Savaş içinde iradesini bileyerek büyümüş ve kişilik kazanmış bir arkadaştır. Yok oluş dayatılan bir halkın varlığı için savaş vermek, özgürlüğü savaştan süzmek Rozerin arkadaşın karakterinin temel çizgilerini belirlemektedir. Rozerin arkadaş, yaşamın tüm yönlerine büyük bir ciddiyetle ve hassasiyetle yaklaşırdı. Olgun duruşuyla, mütevazi karakteri ve emekçiliğiyle tüm arkadaşlar üzerinde büyük bir ağırlığı ve saygınlığı vardı. Rozerin arkadaşa tüm arkadaşlar büyük bir saygı ve sevgiyle yaklaşırlardı. Yaşam tecrübesi ve olgun duruşuyla kendisinden çok şeyler öğrenilecek bir derya olduğu duruşundan hissedilirdi. Rozerin ve Çiçek arkadaşlar yıllarca aynı alanda Botan’da mücadele etmişler, savaşta en ön cephede yer almışlar ve kadın komutanlaşmasının örnek kişilikleri olmuşlardır. Adeta birbirini tamamlayan bir mücadele çizgisinin ifadesidirler. Onların tarzından ortak mücadele ve birbirlerini tamamlamalarının yarattığı gücün sınırsızlığını öğrendiğimiz gibi birlikte şehit düşmelerinin de bize anlattığı derin bir anlam var.
Alişer yoldaş, mücadelemizde bir direniş geleneği temsilcisidir. Koçgiri’nin direngen karakteri Onunla PKK mücadelesine akmıştır. Tüm zorluklara karşı direniş karakterinin temel özelliğidir. Dersim Koçgiri alanlarında gerilla öncülüğü ve komutanlığı yapmış, direngen karakteri ve cesaretiyle bir sembol olmuştur. Diğer taraftan ideolojide derinleşmeyi kendine temel bir mücadele alanı olarak esas almış ve bu konuda hep arayışçı olduğu kadar ulaştığı doğruları arkadaşlarla paylaşma ve aktarma konusunda çaba sahibi olmuştur. Önderlik paradigmasını anlama, anlatma ve uygulamada büyük bir ısrarın sahibi olmuştur. Yıllara varan mücadelesinde yılmak ve yorulmak bilmez bir azimle mücadeleye öncülük etmiş ve gerillanın ön saflarında yer almakta ısrarcı olmuştur. Bu azmi ona veren gerillacılığı yaşam çizgisi ve özgürlüğün tek umudu olarak görmesidir. Bu anlamıyla yılların yıpratmadığı, yoramadığı bir direnç ve irade ifadesidir Alişer yoldaş.
Dicle yoldaş, bir gerilla direniş hikayesidir. Genç yaşta gerilla saflarına katılmış, hep sıcak savaş ortamında kalmış ve savaş içinde şekillenmiştir. Dicle yoldaş deyince aklımıza ilk gelen Zagros gerillacılığıdır. Gerilla mücadelesinin uzun yıllarını Zagroslarda geçirmiş ve Zagrosların asi ve engin coğrafyasına hayranlığını hep yüreğinde taşıyarak mücadele azmi biriktirmiştir. Zagrosların eşsiz güzelliğinden öte onlarca kahraman yoldaşla yoldaşlık etmiş olmanın, kahramanlıklara tanıklık etmenin getirdiği yürek derinliğiyle mücadeleye katılımı esas almıştır. Dicle yoldaş bir yandan ince bir ruh ve yoldaşlık bağlılığı, bir yandan direngen ve savaşçı bir kadın militanı, bir yandan herkesle alıp verebilen herkesin dünyasına girebilen bir paylaşımcı, bir yandan bazen esprileriyle herkesi güldüren, bazen de anıları ve örnekleriyle herkesi derin duygulara sürükleyen renkli bir dünyadır.
Nazlıcan yoldaş, mücadele içinde hızla kendini geliştirmiş bir yoldaşımızdır. Güler yüzlülük, cana yakınlık, herkesle alıp verebilen bir kapsayıcı karakter, sorunlar karşısında sabır ve yaratıcı çözüm bulma onun temel özellikleridir. Hemen her konuda yeteneği olan bir arkadaş olduğu gibi bilmediği konularda çekimser ve kaygılı yaklaşmaz, merak eder, ilgilenir, anlamaya yönelik sorular sorar ve kısa sürede öğrenirdi. Saz çalar, şarkılar dilinden eksik olmaz, şiir yazardı, dahası günlük yaşamda gerekli olan her bilgi ve beceri onda vardı. Her işe gönüllü ve moralli girer ve mutlaka üstesinden gelirdi. İnce ruhu ve paylaşımcılığıyla ayrıca yaratıcılığı ve çalışma azmiyle onu gören herkesi kısa sürede etkiler ve mutlaka herkeste onu hatırlatacak bir iz bırakırdı. Büyük bir ısrarla gittiği Botan’da kişiliğinin güçlü yanlarını savaşın sıcaklığında sınayarak daha da pekiştirmişti. Botan’ın coğrafyasıyla bütünleşmiş ve o coğrafyaya hayran olmuştu ve savaş yoldaşlığının sıcaklığında duyguda ve ruhta derinliği yakalamıştı. Şehit düştüğü zamanda Xakurke alanına henüz bir haftadır gitmişti, buna rağmen kaldığı bölükteki arkadaşları bir haftada etkilemiş ve ortak bağ kurmuştu.
Amara yoldaşta gelişme potansiyeli yüksek yoldaşlarımızdandı. Hareketimize katıldıktan sonra hızla pratik yetkinlik ve tecrübe kazanmıştı. Daha çok Zagroslarda kalmış, 1 Haziran hamle sürecinde savaşın tekrar kızgınlaştığı süreçte aktif rol oynamıştı. Pratiğe sağlıkçı olarak katılmış, bunu kendisi açısından devrimci sorumluluklarını yerine getirme ve yoldaşlık görevi olarak ele alarak, gerektiğinde hassas, gerektiğinde büyük bir cesaret ve fedakarlık göstermiştir. Sağlıkçı olarak birçok eyleme katılmış ve en kritik koşullarda yaralı arkadaşları kurtarmak için büyük bir cesaret ve fedakarlık göstermiştir. Bu çabasıyla birçok arkadaşın hayatını kurtarmıştır. Hassas, incelikli yaklaşımlarıyla ve cesaretiyle tüm arkadaşların güvenini ve saygısını kazanmıştır. Yine Xebat arkadaş adı gibi emekçiliğiyle yoldaşlar tarafından sevilen ve saygı duyulan bir arkadaştır. Roj Amara yoldaş ise zindandan çıktıktan sonra yönünü özgürlük mekanı dağlara dönmüş, fakat daha özlemini çektiği dağlara doyamadan şehit düşmüştür. Erdal ve Eşref arkadaşlar ise mücadele saflarına yeni katılmış, özgürlüğü yeni solumanın heyecanında ve mücadeleye güç katma iddiasında olan yoldaşlardı. Bu yoldaşların erken şahadeti bizleri Onların hayal ettiği mücadeleyi onlar yerine yükseltmeyi şart kılmaktadır.
Xakurke Eylül şehitlerini kişiliklerinde öne çıkan yönleriyle bu şekilde ifade ederken, başta da belirttiğim gibi bu satırlar onları anlatmaya asla yetmez. En eski arkadaşlarımızdan en yenisine her birinden öğreneceğimiz derya kadar gerçeklik var. Her biri kendi karakterinde somutlaşan özellikleriyle bir derya olduğu gibi bir araya gelişleriyle bir özgürlük deryasını PKK hakikatini ifade etmektedirler. Bizlere düşen onlardan öğrenmek ve mücadelemizi onlardan aldığımız güçle yükseltmektir.
Rojin Ruken
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 18 Eylül bugün sabah saat 6:30 da Şengal-Tıl Hemis anayolu üzerinde bulunun Şilo nahyesi civarında Daiş çetelerine ait bir nizamiyeye gerillalarımızca tarafından ağır silahlarla ateş açılmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna
1. 16 Eylül günü 15:30 ile 16:00 ve 18:00 ile 19:00 arası işgalci TC ordusuna ait savaş uçakları Medya Savunma Alanlarımızdan Avaşin bölgesi üzerinde hareketliliği yaşanmıştır.
- Ayrıntılar
Basına ve Kamuoyuna!
1. 14 Eylül tarihinden şimdiye kadar işgalci TC ordusuna ait insanız hava araçları Medya Savunma Alanlarımızdan Zagros bölgesi üzerinde yoğun keşif uçuşları gerçekleştirmektedir.
- Ayrıntılar