‘85 yılının yaz aylarında bir efsane dolaşıyordu Botan eyaletinde. Sadece dinlenilen, hayal edilen bir efsane değildi bu. Elini uzatsan dokunacağın kadar yakın, beynini ve yüreğini saracak kadar gerçekti. İçimizde, bize ait olan ama bir o kadar da uzak bir efsaneydi. Ne gökyüzünün genişliği ne de toprağın bereketi bu kadar şaşırtıcı ve gerçek değildi.
15 Ağustos eylemi öyle esmişti ki, yüreklerdeki inançsızlıklar, güvensizlikler kaybolmuştu. Çocukların oyunları değişmiş, gençlerin yüzü dağa dönmüş, yaşlıların umutları tekrardan yeşermişti. Herkesin gözü kulağı bir sese yönelmiş, yaşamları o sesten gelecek en küçük bir söze bağlanmıştı.
Son günlerde bir eylemden bahsediliyordu. Kaşura ve Haftan’in yolu üzerinde, sınır ticaretini durdurmak amacıyla kurulan karakola eylem yapılmıştı. Karakol sınırdan kaldırılmıştı. Halk bu eylemin neden yapıldığını tahmin edemiyordu. Karakol, ticareti durdurma bahanesiyle hem halka eziyet ediyor hem de tüm ekonomik geliri durduruyordu.
Bir köylü ile karşılaştım. O kadar mutlu ve gururlu görünüyordu ki “Heval Agit karakolu yerle bir etmiş. Ticaret yolunu açmış. Agit halkın durumunu iyi biliyor. Özelikle de fakirlerin...” diyordu.
Kürt halkı, devrimciliğe yeni başlamamıştı. Yıllardır birçok örgüte kucak açmış, evini barkını, varını yoğunu hatta canını bile vermişti onlara. Ama gel gör ki, devletin haksızlığına, sömürüsüne karşı hiçbir şey yapamamışlardı. Bu da yetmezmiş gibi, halkın tüm değerlerini ölçüsüzce harcamışlardı. Ahlaki ölçüleri zorlar olmuşlardı. Bütün bunlar, Kürt halkını devrimciliğe ve devrimlere karşı soğutmuş, inançsızlığı geliştirmişti. Böylesi bir durumda yapılacak olan ise içe büzülme, kendi yağında kavrulmaydı ki, 15 Ağustos’a kadar da böyle sürdü.
15 Ağustos, sözün ve eylemin birlikteliğini ispatlamış, sönmüş inanç alevlerini tekrar yakmıştı. Militanlarının oturuşu kalkışı, halkın malına inançlarına verdiği değer, halkın partiye günden güne bağlanmasını sağlamakla kalmamış, ölümüne canlarını ortaya koyma cesaretini de doğurmuştu.
Bunda öncülüğü Agit arkadaş oynuyordu. Halkın en ufak bir eşyasına sonsuz değer verir, onlardan izinsiz ne bahçelerine, ne de tarlalarına el sürerdi. Zarar verenleri ise anında uyarırdı. Sahipsiz bulduğunu sonuna kadar korur, sonra onu sahibine teslim ederdi.
Dolunay geceyi tüm parlaklığı ile aydınlatıyordu. Ağaç yaprakları arasından sızan ay ışığı pörsümüş kuru otlara vuruyordu. Rüzgar ılık ılık esiyordu. Ben ve Ferhan, Bındarine’de koyunları otlatmaya çıkarmıştık. Köyden uzaklaşır, uzaklaşmaz koyunları serbest bırakmış, bir ağacın dibinde uyumuştuk. Koyunların, tarlalara girdiğinden köylülerin yeni biçtiği otları yediğinden habersiz, rüyalar görüyorduk.
Derinden gelen bir sesle uyandım. Önce karşımda duran bu karartıyı tanıyamadım. Ama uyku sersemliğim geçince bunun, 84 yılında Partiye katılan köylümüz Resul olduğunu anladım. Çok atik bir hareketle ayağa kalktık. Bize “korkmayın, ben hevalım” dedi. Heval olduğunu duymamız ikimizin de korkmasına yetiyor da artıyordu bile. Her ne kadar halk arasında onlardan mükemmel bahsediyorlarsa da, devlet tam tersini, onların Rusya’dan geldiklerini, “dinsiz, terörist” olduklarını söylüyordu. Bu korku birazda devlet korkusuydu.
“Bir arkadaş sizi bekliyor. Sizinle konuşmak istiyor” dedi. Bizi görmek isteyenin kim olduğunu söylememişti. Bulunduğumuz yerin biraz yukarısında bir kayanın önünde durmuştu. Koyunları etrafına toplamıştı. Elinde baston vardı. Omzunda ise askeri parkesi. Ay ışığı gözbebeklerinde ışıl ışıl yanıyordu. Öyle heybetli duruyordu ki, içimize korku dolmuş, bize ne yapacağını merak ediyorduk. Tam önünde durduk.
“Hangi köydensiniz” diye sordu. Ardından da adımızı öğrenmek istedi. Cevaplarını aldıktan sonra sesini yükselterek “Köylüler sabahtan akşama kadar ot biçiyor, siz ise koyunları tarlalara bırakıyor sonrada uyuyorsunuz. Günah değil mi? Bu suç değil mi? Suç işliyorsunuz. Köylülerin emeğini boşa çıkarmamalısınız, dikkat edin” dedi. Tüylerim ürperdi. Utandım. Dizlerim titriyor ağzımı açamıyordum. Hem söylediklerinden hem de onun gür ve sert sesinden oldukça etkilenmiştim.
Kimdir? Nedir? Bu gece yarısı nereden geliyor ve nereye gidiyordu. Hiçbir şey düşünemiyordum. Kara sakalları ve çakmak çakmak yanan gözleri yüzüne daha sert bir ifade vermişti.
Sözü bittikten sonra yola koyuldu. Daha üç adım atmamıştı ki döndü. “Daha önce arkadaşlara partiye katılacağınıza söz vermişsiniz. Uygun bir zamanda gelirseniz iyi olur. Sözünüzü yerine getirmeniz gerekir. Özellikle, siz Firaz arkadaşa söz vermişsiniz” dedi ve yoluna devam etti. Gurubun en arkasında yürüyen köylümüz Resul, yanımıza yavaş yavaş gelerek, “onu tanıdınız mı?” diye sordu, “hayır kimdir?” dedik. Resul göğsünü kabartarak “Heval Agit” dedi. Eylemlerini duyduğumuz, sözünü, sevgisini masal gibi dinlediğimiz bu insanı, hiç göremeyeceğimi, benden çok uzak olduğunu düşünürdüm. Oysa şimdi, onu görme istemi ile dolup taşıyordum. Günlerce, bakışları, el hareketleri, kayanın önünde ay ışığı vurmuş saçları, elindeki bastonuyla gözümün önünde canlandı. Sesi kulağımda çınlıyordu. Ne yapacağımı bilmeden dolaştım durdum. Her gece onları görme ümidi ile dağlara çıkıyordum. Bir yandan korkuyor, bir yandan da büyük bir bağlılığın geliştiğini duyumsuyordum. Sanki bir şeylerimi kaybetmiştim. Belki de yaşamım boyunca sahip olmadığım ve olamayacağım çok değerli bir şeyi kaybetmiştim. Her yerde onu arıyordum. Beni, aradığımın ne olduğunu bilmeden sürükleyen içimdeki bu duygu, önü alınması imkansız bir çağlayan gibiydi.
O günlerde yine bir eylemden ve Agit arkadaştan bahsediyorlardı. Diyorlardı ki; “arkadaşlar caddeye pusu atmışlar. İki arkadaş asker elbiseleri giymiş. Diğer arkadaşlar ise mevzilenmişler. Araba gelince asker elbisesi giyen iki arkadaş arabayı durdurmuş. Ne yazık ki, bu iki arkadaşta da Türkçe bilmiyormuş. Türkçe bilmeyen askeri gören halk ne olduğuna anlam verememiş. Tam bu sırada Agit arkadaş, arabaya binmiş ve arabayla Çatak girişindeki denetleme kulübesine saldırı düzenlemişler” Eylemin başarısı dilden dile dolaşıyordu.
Sonbaharın ilk günlerinde, aradığımı bulma umudu ile içimdeki çağlayanın bir dalgasına kapıldım. Eylül ayı ortalarında Haftanin’e ilk parti eğitimimi almak için gönderildim. Arkadaşlar, Haftanin’in derin vadilerinden birinde üslenmişlerdi. Agit arkadaşı gördüm. Gözlerime inanamıyorum. Onu uzaktan uzun bir süre izledim. Elindeki M-16’yı sanki vücudunun bir parçası gibi tutuyordu. Çok saygılıydı. Karşısındakiyle konuşurken ona bakarak dinliyor. Ve arada bir başını sallıyordu. Yanına gittiğimde beni ve Ferhan’ı hemen tanıdı. Bizimle uzun uzun konuştu. Ona bakmaktan kendimi alıkoyamıyor, söylediklerini dinleyemiyordum. Hatırımda kalan “bakın bu gördüğünüz arkadaşlar sizin oralılar, bizim halkımızın çocuklarıdırlar. Biz, daha önce birbirimizi gördük, konuştuk. Siz bu konuşmalar üzerine Partiye katıldınız. Bize inandınız biz de size inanıyoruz. Bu nedenle mutluyuz. İnanıyoruz ki, sizde öylesinizdir”
Konuşmanın sonunda “şimdi eğitim göreceksiniz. Eğitiminiz bittiğinde, parti sizi gerillacılık yapmak istediğiniz yere gönderir” dedi.
Bu, onu ikinci ve son görüşümdü.
Benavok alanındaydık. Zagros’ların güneyinde olan bu alana Xakurke’den gelmiştik. Kalabalık bir grup Haftanin alanına geçince tüm erzaklarımızı onlara vermiş, yaklaşık iki gün erzaksız yürümüştük. Bir arkadaş telaşla;
-“Heval! Heval! diye seslendi.
-“Ne oldu?” dedim
-“Bir koyun sürüsü bu tarafa doğru geliyor” dedi
Buna oldukça sevinmiştik. “Çok iyi. Bir tane koyun isteyebiliriz” dedim.
Başka bir arkadaş;
“Onları tanımıyoruz. Karşıtlarımız olabilir” dedi.
Cevabım çoktan hazırdı.
-“Buraları tanımıyoruz ama çobanları tanıyoruz. Onlardan kötülük gelmez” dedim. Ben ve Bedri zaman kaybetmeden çobanın yanına gittik. Onunla biraz sohbet ettik. Ona iki gündür aç olduğumuzu ve ondan koyun istediğimizi söylememiştik, çoban kalktı, sürünün içinden en besili olanını seçip bize hediye etti. Başka bir şeye ihtiyacımızın olup olmadığını sormayı da unutmadı.
Yüreğimizi biraz daha büyüterek ayrıldık çobanın yanından.
Bir gün ve bir gece boyunca yürümüştük. Daha da yolumuz vardı. Yolumuz bir karpuz tarlasının içinden geçiyordu. Bu sırada, öncülerimizden biri bir karpuz kopardı. Şiyar(Kazım KULU) arkadaş bunu görmüş fakat o an uyarı yapmamıştı. Tarladan çıkıp güvenlik açısından uygun bir yere geldiğinde Şiyar arkadaş hepimizi durdurdu. “kısa bir açıklama yapmak istiyorum” dedi.
Konuşmaya başladığında kızgınlığı ses tonundan anlaşılıyordu. “halkın malına izinsiz dokunmak bize yakışmaz. Bu PKK’nin ahlakında da yoktur. Halka hizmet için dağlara çıkmışsak, onların malını izinsiz almak olmaz. Bu tarz bize ait değil. Arkadaşlar buna dikkat etsinler” dedi. Toplantı bittikten sonra yürüyüşe devam ettik. Bahçelerin içinden geçiyorduk. Hiç birimiz elimizi sebze ve meyvelere sürmedik.
Bugün bile nereye gidersem gideyim, izinsiz hiçbir şeye dokunmam.
Şemzinan yolundan geçen düşman arabasını pusuya düşürdük. Arabayı imha etmeden önce içindeki tüm eşyaları çıkardık. İhtiyacımızdan daha fazla eşya ele geçirmiştik.
Aylar önce bir çobandan aldığımız eski su bidonumuzu atıp, arabadan aldığımız yeni su bidonunu kullanmak istedik. Şiyar arkadaş müdahale etti ve tüm arkadaşları topladı. Toplantı konumuz, kullanabilecek olup da atılan su bidonu üzerineydi. Toplantımız saatlerce sürdü. Şiyar arkadaş anlattıkça anlatıyor biz ise yaptığımız bu hatanın nedenini anlamaya çalışıyorduk.
“Eğer yeni olan su bidonu olmasaydı, bu eski bidonu kullanmaya devam edecektiniz. Oysa yeni olanı bulma imkanı var diye eski fakat kullanabilecek olanı atıyorsunuz. Peki, hiç düşündünüz mü? Bu anlayış bizi nereye götürür. Ülkemizde ordumuz büyüyecek, binlerce arkadaş gelecek. Şehit düşenler olduğunda “nasıl olsa yenileri geliyor, ordumuz büyük mü diyeceğiz? Bu sözler ağır gelebilir, ama değerlerimize sahip çıkmayı öğrenmeliyiz. Eğer eskimiş ise onarılmalı. Sonuna kadar onu kullanmalıyız”
“Agitlerden aldığımız gelenekle yürüyoruz ve biz yürüdükçe zaferin yakın olduğunu görüyoruz”
Şerif Goyi
- Ayrıntılar
“Bir Türkü Tadında Yaşanan Bir Sevdadır Gerilla”
Rêber Apo
Ekim ayının ortalarındayız. Yani sonbahara bir “MERHABA” dedik. Ufak ufak yağan yağmurdan, şiddetli çakan şimşeklerden korunmak için kaldığımız noktayı bırakıp, korunaklı bir yere gelip yerleştik. Bu gece burada kalacak, sabah günün ilk ışıklarıyla buradan ayrılacağız.
Kürdistan coğrafyası, tıpkı engin bir deniz misali renkli, ahenkli. Ne ararsan var. Toprak ana kendinde olanları bizlerden hiç esirgemiyor ve her seferinde bizleri bağrına basıyor. İşte yine toprak ana’nın bağrındayız. Yağan yağmur ve çakan şimşekten korunmak için “kaya altı veya sığınak bulalım” diye etrafa dağıldık. M. arkadaşın “heval gelin bir apartman dairesi buldum” demesiyle hepimiz M. arkadaşın bulunduğu yere gittik. Bizim bu apartman nasıl bir şey bir bakalım istedik. Üst üste düşmüş büyük kayalar ve bu kayaların etrafını kapatan başka kayalar, doğal iki odacık oluşturmuştu. Hem de iki katlıydı. Bir oda aşağıda diğeri ise yukarda. Böylelikle bulduğumuz bu apartman dairesine yerleşiyoruz. Yaktığımız büyük gerilla ateşi önünde hem korunup hem de kara çaydanlıktan çay yapıp içtik. Artık yorgunluktan eser kalmamış halleriyle közlerin başında durmuş sohbete dalmış arkadaşlar. Birden Önderliğin gerilla yaşamı için bir “Türkü Tadında Yaşanan, Bir Sevdadır Gerilla” dediği sözü aklıma geliyor. Gerillacılığın ve PKK yoldaşlığının güzel, anlamlı, dolu dolu oluşu canlandı bir bir hayalimde. Bir gerillanın kalbinde ne çok duygu bir arada yaşarmış meğer!
Gecenin karanlığında sırtında çanta, raxt ve silahla saatlerce yürümek, düşmanın çok ışıklı termalli karakollarını aşarken kanın kaynar. Ellerin tetiğe dokunmak ister, ama önündeki görevi düşünür, süreci düşünürsün. Noktada seni bekleyen yoldaşları düşünür yapamazsın. Hele hele yağmur yağmış ise bambaşkadır yürüyüş. Düşe kalka ilerler, yağmurda ıslanırsın. Çamurlu dağ patikalarında ilerlersin. Yorulduğunda yanındaki yoldaşın “heval kâh inek barê xwe bide min” der mütevazice. Fedakârlık yapmak ister. Sen yoldaşının zaten ağır olan yükünü görür, yükünü vermezsin, ama yoldaşının bu yaklaşımından moral alırsın. Güç almışçasına devam edersin. Yorgun ve ağır tepeden tırnağa ıslanmış bir halde sabahın ilk ışıklarıyla noktaya vardığında ise, kaç gündür görmediğin yoldaşlarınla özlemle bir araya gelirsin. Genç arkadaşlar moralle, coşkuyla, cıvıl cıvıl bir kalabalık yaparak seni karşılar. Kimi gelip yükünü alır, kimi geleceğini hesap ederek çoktan yakmıştır gerilla ateşini ve kara çaydanlıktan çay demlemiştir bile. Emekle sevgiyle kaynatılmış olan sıcak çaydan bir bardak içtiğinde bütün yorgunluğun uçup gider. Artık o görevdeki yorgunluk, düşmeler, kalkmalar, birer espri olur anlatılır güler güldürürsün. “İşte PKK yoldaşlığı işte gerillacılık budur” dersin.
Eğer göreve giden sen değil başka bir yoldaşın ise, onu hazırlar gönderirsin. Bu defa tekrar “ne zaman dönecek?” der beklersin hazırlık yapar, geldiklerinde sen onları karşılarsın. Ya da gündemde yapılacak bir eylem varsa, herkesi tatlı bir telaş sarar. “Acaba kim bu eylemde yer alacak?” diyerek herkes hareketlenir. Büyük bir sabırsızlıkla yönetimin yapacağı açıklama beklenir. Eyleme katılacaklar açıklandığında herkes kendini saldırı kolu için önerir. Eyleme gidecekler büyük bir coşkuyla hazırlıklarını yapar. Eyleme gidemeyenler ise biraz buruk olsa da yansıtmadan eyleme gidecek arkadaşlarının hazırlıklarına yardım ederler. Her kol komutanı kendi kolundaki arkadaşları toplayıp eylemin ayrıntılarını aktarır, olası durumlar karşısında olması gerekenler söylenir. Son perspektifler verilir, silahlar temizlenir, raxt özenle hazırlanır, raxta her arkadaş bombasını da takar ve kalan arkadaşlarla vedalaşılır, “Serkeftin be heval” sözleriyle ayrılık başlar. Gecenin karanlığında yankılanan gerilla mermilerinin sesi duyulur.
Gerilla mermileri önce karakolda panik, telaş ve müthiş bir korku yaratır. “Anneciğim!” diyerek bağrışan askerlerin seslerini duyarsın. Biraz sonra deliye dönen düşman bütün tekniğini kullanmaya başlar. Kendini ancak böyle korur. Biraz sonra geri çekilme yapılır. Gözler tek tek gelen arkadaşları arar. Her geri dönen arkadaş büyük moral ve coşku yaratır. Şayet şahadet varsa kalanların beyninde ve kalbinde intikam sözleri verilir. Artık şehitlere söz verilmiştir.
Deniz Adıyaman
- Ayrıntılar
Nuda-Nazan Bayram Yoldaşın Anısına
Nalin Dilpak
Bütün masallar” bir varmış bir yokmuş “ile başlar nedeni bizce bilinmeyen” bir varmış bir yokmuş “ve her kahraman var olanla masala kahraman olurmuş. Lakin bizim bildiğimiz tanıdığımız kahraman masal yaratıcısıdır” bir varmış bir yokmuş” kuralına göre işlememiş yaşam öyküsü, varmış, var olmakla yaratmış. Güneşin en sade kızıymış, öyle sıkı sarılmış ki güneşe, ışınlar yüzünde şavkımış, bir tutam öz serpmiş yüreğine. Onu en güzel tanıma kavuşturan güneşin kendisiymiş. Öyle kendisini bulmuş öyle kendisi olmuş… Yaşamı boyunca güneşten aldığı tılsımla yaşamış…
İşte böyle anlarda, keşkelere sarılır insan. Keşke anlatmam kolay olsa kahramanları masallarıyla beraber… Keşke ifadeler anlatabilse onun yüreğini, nakış nakış işlediği sevdasıyla birlikte… Keşke 29dan fazla olsa harfler, sözler, cümleler sınırsız… Seni anlatan bir şeyler olmalı, seni sen yapan bir ifade…
Zağros eteklerinde yeşeren, yaşam bulan bir kardeleni anlatmaya çalışacağız. Botan’da sonsuzlaşan bir türküyü dinleyenceyiz bütün zamanlarda sormak gerek NUDA’yı ifadeye kavuşturan var mı diye? Yada NUDA’yı en iyi anlatan NUDA'nın kendisi değil miydi diye? O gizil olmak, sır olmaktı ama en önde sarılmaktı mücadeleye, silaha susmak ama çığlık olmaktı O… en zorda olmak, en zoru başarmaktı onun adı. Kolayı sevmedi, yaparken, çalışırken, göstermezdi kendini, yaratıma seyirdeyken her kes, O güneşe Secdedeydi. İçinde bir fırtına taşırdı da, her susayan onun dingin gölünden avuçlardı suyu… Her kesin içinde arınabileceği kader temiz bir gölü vardı gönlünde. Diyaloglarında sade özünü içerdi insanlar. Duru, berrak bir yüreğin yansımasıydı dürüst bakan gözleri her şeyden önce bir Önderlik yaratımıydı NUDA. Ve geçeğe sadık kalmaya bildi her koşulda ilkeliydi, Beritan'ın en iyi örencilerindendi Beritan’la yaşamayı ve Beritan’ı yaşatmayı titizlikle başardı Beritan'ın yoldaşlık gülüydü kokusu herdem güzel olan. BERİTAN arkadaşla ilk tanıştığı yerler Zağros etekleri ilk özgürlük yuvası, ilk kadın ordulaşmasının tomurcuk olan yıllarıydı ve tomurcuğun açılması için bedel istenen zamanlar da kan renginde gül olsun diye tomurcuk, kızıl kan dökülen mekânlarda. Tanrıçaların sesinin derinlerden geldiği dağlarda. Duymayı bilenin duyduğu çağlarda duydu o sesi NUDA HEM DE BERİTANLA . Dünyayı erkek orduları sarmışken, kuşatmadayken bütün kadın duyguları, onlar adalet arayışındaydı… Ordu onlara yuvaydı orduları yok etmenin ordusu olmaktı tutkulu olan. Tezattır ilk bakışta ama gerçeğe ulaşmanın kaçınılmaz gerçeği işte. Kim inkâr edebilir NUDA'nın yüreğini kim unuta bilir çiçeklere sevgisini. Kim görmezden gele bilir hassaslıkla örülmüş şefkat ve sevgisini. Ve kim görmedi ki silahına sıkı sarılışını, kim tanık değil ki savaşın ortasında özgürlük tililisine. İşte böyle, ifadesi kendisinde saklı olan… Yüksek dağlar sanki onun için yaratılmıştı, orda koruyacaktı kadının güzel özünü. Orda mevzi alacak, orda selamlayacaktı Bese ve Zarife’yi. Bütün direnişçiler ve direniş mekânları zılgıta dönüşüyordu, çığlığa dönüşüyordu NUDA'nın ruhunda. Özgürlük ordusu, güzellik ordusu, aşk ordusu demişti dağdaki kadınlara güneş… Özgülüğün gizli bahçesinde nadide bir çiçekti Nuda, güneşten alırdı ısısını, karları, buzları yarardı, Beritan kokan zamanlarda. Karı delen, kardelen olurdu, doğa ile sadık olunan anlarda. Isıttıkça onu güneş toprağı yarardı, karları yarardı. Ki onlar güneşle beraber eşelerdi toprağı, tanrıça mezarı bulma arayışındaydı onlar. Ki güneş en sadık evlattır tanrıçaya, en helal süt emen evlat. Tanrıçaların eski mekânlarında iz sürüyorlardı, doğru yerdeydiler, Zağros eteklerinde… Tırnaklarıyla eşeliyordu toprağı NUDA, sahte gülmelere inat bir tanrıça gülüşü arıyordu beklide, yeryüzünde zalim bakan tanrıların gözüne inat, bir tanrıça gözü arıyordu, özü olan bir bakış… Ordulaşan bir arayış, bir bulma biçimi. Arayanların asla unutulamayacağı bulma. Adı NUDA, adı Beritan, adı Zelal, adı Azime olan. Hepsinin yüzünde ayni işaret, aynı olgun soyluluk. Sorxwin in kine benzeyen çocuksu gülüş, Gülbaharda ki keskin asil bakış. Peki, insan tanrıçayı arayınca benzer mİ tanrıçaya? Ona benzemek için onu bulmak gerekmez mi? En iyi bilinen ama hep bir bilinmezlik gibi duran bir soru dur bizde. Bulduğun anda bilinmez olan, sadece yaşana bilir bir gerçek olan… Gerilla yaşamına aşık olan bilir bunu, NUDA gibi arayan bulur bunu.
Böyle işte bitmeyen bir arayış; Zağros’ta kendini bulan, kadın ordusunun bahçesinde özünü güneşten alan güzel bir çiçek… Anlatmak kolay olmasa gerek bütün yaşadıklarını. Gerçeği ile beraber, acısıyla beraber ve güzelliğiyle beraber… Dedik ya en zorda açardı çiçeği. Mücadele yılları için dede en zor görevi üstlenmekten kaçmazdı, Önderliğin yanına gittikten sonra örenmişti sade ve keskin olmayı. Bundandır önderlik demişti “bu kızda bir öz var açığa çıkması gereken” Avrupa’ya düzenlemişti onu Önderlik, dağlı özün kentlerde kirlenmeyeceğine inanarak. Öylede oldu kirlenmedi NUDA. Tekrar dağlarla buluşunca en yüksek yerleri mekân bildi, zirvelerde seyir etti özgürlük dalgalarını… Yüreğinde bilediği tüm kılıçlar saklıydı kınında. Daha keskin savaşlara hazırdı artık. Daha zoruna, daha katmerlisine. Öyle ki PKK, nin yeni inşa komitesi gibi ideolojik bir çalışmaya katıldı ve söylemenin ötesinde bir yapma kahramanıydı PKK'yi yeniye kavuşturmanın ve yeniden önderlikle buluşturmanın savaşçısıydı. Burada sevdi viyanı, burada yoldaş oldu Viyan’a. ayni çalışmanın, aynı emeğin yolcusuydu onlar. Yoldaki dikenleri ellerini kanatırcasına kaldırdı onlar. Viyanla yoldaşlığı saflık deryasıydı. Kayıp olan her kesin yüzünü göre bileceği bir derya. Sınırları aşan, bentleri kıran bir deryayıydı onlar. Ne geri erkek nede geri kadının yüze bileceği bir derya. Özgürlüğün en derin noktasıydı yürekleri, yüzmenin özgürlükle eş olduğu bir sonsuzluk yürekleri. Viyanın şahadetinden sonra onu da aldı yanına yüreğindeki bahçeye yeni bir çiçek ekiyordu Beritan’ın yanına. Sorxwin'in yanına.
Gitmeliydi Önderliğe bağlı olanların yüzünü döndüğü mekâna, kuzeye. Sorxwin’in yaşadığı yere, Viyan’ın hayallerinin dolaştığı yere gitmeliydi ateşin korlaştığı yere, savaşına yeni savaşlar eklemeliydi. Tasfiyeciliği utanca boğmalıydı sade yoldaşlığıyla, korkaklığı unutturmalıydı cesur kadın yüreğiyle. Masumiyetin ortasında bir çift keskin bakıştı NUDA.
Komutandı bütün mütevaziliyle, emeğiyle, insana sevgisiyle… Yapmanın öretme biçimlerini sanat bilirdi, kırmadan yaratan, bozmadan yapan bir öz taşırdı yüreğinde… İnsanı kayıp etmeden kazanmak için yaratılmıştı sanki elleri. Nakış gibi işlerdi insanı onca nazik onca hassastı işte. Çaba ve çalışma insanıydı NUDA. Öyle çıkarsız, öyle dolambaçsız bir ifadeydi, anacıl ve kadınca olan
Önderliğin ”yarım kalmış projem “dediği kadın özgürlük çizgisine, mücadelesine, bağlılığı yaşam veriyordu yarına ve bu güne. Bu çizgiye zarar vermeme yeminlisiydi adeta. Kadın demek tarihi bir ezgi demekti onun için, incinmemeli yara almamalıydı tekrardan… Tarih utanmalıydı, erkek orduları azap duymalıydı… Ve NUDA'nın başı dik olmalıydı Önderlik karşısında. Gururla bakmalıydı geçek aynaya, önderlik yaratımı olan kendisine, kadın ordusuna. Utanma barınmamalıydı onun bakışında. Sevgi derin olmalıydı onun komutasında. Ve Botan'da destanlaşmalıydı savaşımı, Hezil akıtmalıydı onu Kürdistan’a ve…
Önderliğinde dediği gibi “canından vaaz geçenler ordu yapamaz, moralsiz heyecansız olanlar kadın ordulaşmasında ne komutanlaşır ne de özgürlük savaşçılığı yapa bilir. Yaşamdan vaaz geçenler örgütçü olamazlar “O vazgeçmedi yaşamdan, canından. Canını en güzel yaşam soyluluğuna adadı. Çizgiye toz kondurmayan yiğit bir kadındı, mücadeleye iddiaya, inanca tutku düzeyinde bağlıydı. Gerçek PKK'li, özgürlük çığlığıydı kadın renginde. Kendini örgütleyerek etrafını örgütleyen güzel duygu insanı. Ciddi yaşadı, büyük çaba sahibiydi yoldaşlık için, sevmeye değer olan her kesin yoldaşıydı.
İdeolojik bir ilke olarak doğduğu topraklarda yaşadı, özgürce yaşamak için her türlü fedakârlık ve mücadeleyi verdi bu gerçeğe öncülük yaptı. Evet, doğduğu topraklarda yaşadı. Zagros'ta duydu ana tanrıçanın sesini. Cudi de bir tutam yaşamda o sundu NUH, un avuçlarına. Binlerce şehidin sesini dinledi O topraklardan. Son nefesini verirken bile İnançlı olanlar duya bilir ancak bu sesleri. Botan kadın azmini bilene anlatır kendini… Ve son durak Besta, Hezil… Bütün zorluklardan damıtılan bir yudum su olmak var Besta da, yeşilinde sonsuzlaşan bir yaşam Bütün ölümleri dize getiren bir savaşım öyküsü. Sen bir akışsın Hezil'de bir gün bize tekrardan döneceksin dürüst olmayı savaşmayı öreteceksin. Akış böyledir, terk etmez tümden. Her kurak toprağa uğrar, can verir oraya , sen böyle atmadın mı Zagros'tan Botan'a. Böyle fısıldamadı mı tanrıça senin kulağına ??...
Biz iki defa duyduk şahadet haberini her ikisin dede inanmadık, inanamadık, inanmıyoruz. Çünkü biliyoruz ki inançlı bir yürek, bir ülke eder, bütün doğaya can veren bir ırmak eder… Tarihe akışsın sen, güne ve güneşe can yoldaş, geleceğe özgürlük çağrısı…
Seni unutmak ihanetle eş anlamlı olacak. Anına bağlı kalmak ise onurumuz…
- Ayrıntılar
Halil Şahin Yoldaşın Anısına
“Zaman yaşanılanları unutturmaz. Dağda yaşananlar ise zamanla demlenir, çoğalır ve büyür.
Dağlı anılar, yüreğimizin en dibinde, daima kendisini diri tutan yanımız... Çünkü gerçek ile yüreğimizin tanıştığı mekân, dağ... Yüreğin unutamadığı tek gerçek, dağlı anılar...
Dağ, hep insana bir umut bahşeder. Sonsuz bir yalnızlık ve sessizliktir dağ yaşamı. Soyluluğunda gizler hep öteki yüzünü... Öteki yüzü toprak kadar sessiz, okyanus gibi derin ve bilgedir. Kürt, dağın yalnızlığında ve sessizliğinde kendini yaratan bir halktır.
Memleketimizde çocuklar dağın öteki yüzünün sevdasıyla büyür, öyle büyüdük. Dağ düşlerimiz, yeni bir yolculuk... Öyle çıktık yollara...
Dağ bir yol,
Yol bir çağrı,
Çağrı yüreğe düşmüş cemre, düşlerin gerçekleşmesi...
Yüreğimize dar gelen düşlerimizi bir tek dağın öteki yüzünde yaydık evrene... İnsanla öyle buluştuk. Kendimizi, düşlerimizin gerçekleştiği kadar gerçekleştirdik. Gerçekleştikçe güzelleştik, gerçekleştiremediklerimiz ise boynumuza bir günah gibi dolanır... lakin yaşam gerekçemiz olanlardır...
Sınırlar dağlarda aşılır. İnsanın kendi sınırını aşıp, sevdaya ve güzelleşmeye ulaştığı yerdir dağ. Uzun dağ yolları ve yılları kat ettik. Çok şey değişti, düşlerimiz büyüdü, yüreğimiz genişledi. Biz değiştik. Yollar değişti, çağrılar çoğaldı, yüreklere yıldızlardan patikalar kuruldu. Lakin bir tek şey değişmedi, o da gidenlerin bıraktıkları...
Her insanın içinde bir dağ yatar ve her kürdün yüreğinde dağın ötesini yakalama sevdası demlenir “ diye yazar bir yoldaş Nurhak Efsanesi atlı kitabında.
Evet, her insanın içinde bir dağ yatar. Önemli olan bu dağı açığa çıkarmaktır. Bu dağa yaraşırcasına yaşaya bilmektir. Hele bu dağ Nurhak ise adeta Sinan Cemgillerin izinden yürüyen bir militan olarak buralara ismini altın harflerle yazdırmaktır.
Nurhakların böyle bir militanı Xorto yani Halil Şahin yoldaş olduğu kesindir. Bir insanın bu kadar bir dağı seveceğini ben ilk kez görüyordum. Kendisini bu denli dağla kıyaslayıp onun geçmişini adeta kendi geçmişi bilip bu dağa sarılmasını da ilk kez görüyordum. Ve o aramızda ebediyen ayrıldığında ona ilişkin yazılacak yazıda yine onun hayran olup âşık olduğu dağın ismi geçiyordu. “Nurhaklar Sana Bir Gün Güneş Doğar” yazı başlığı beni hep duygulandırmıştır.
Kürdistan’da birçok kahramanlık öyküsü, destanlar, efsaneler genelde dağla insanın buluşmasında sonra yaratılabilir. Ya da dağ, kürdün efsanesinin yaratıldığı yer mi desek? Ne dersek diyelim hayatın akışı içerisinde kürdün kahramanlığı biraz da dağın kalbinde, zirvelerinde ve de onun ana rahminde yaşam imkânı buluyor. Bu bir yazgı, kürdün yazgısı.
Kürdün alın yazısı bu olsa da asıl kürdün kahramanlık destanları büyük direniş eylemi ve yeniden yaratılış eylemi olan 15 Ağustos’la başlar. Ve yönünü her dağa çeviren gencin öyküsü birazda kahramanca bir duruşu içerir. Tüm imkânsızlıklara rağmen düşmana inat dağlara çıkarak bir halkın umudu olmaya çalışmak kendi başına efsaneleşmeye yeter de artarda. Yaşanacak zorluklara karşı gösterilecek direnç ve iddiayı da eklerseniz tarihin akışı sizi bir Agit yapmaya kâfidir. Yeter ki bu halka, bu topraklara, bu davaya sade bir şekilde yalansız bağlı kalın ve bağlı yaşayın…
Xorto yoldaş dağa çıkarak efsaneleşen bir Kürt fedaisi değildir. O dağa çıkmadan bulunduğu alanın bir efsanesi ve kahramanıdır. O adeta hangi taşı kaldırsan altında çıkacak cıva gibi bir gençtir.
Aynen bugün gibi hatırlıyorum. Yıl 1992. o zamanlarda bizim Güney Batı Eyaletinde 6 bölgemiz vardı. Bunlardan bir tanesi Elbistan’dı. Geniş bir alan. Bizim alanlarımız ya da bölgelerimiz düşmanın çizdiği sınırları hiçbir zaman kapsamadı. Biz gerillalar, hareketimize göre alanları belirleriz. Arazi, coğrafya, sular, ovalar, nüfus, sosyo ekonomik durum derken birçok unsurun değerlendirmesi ardından oluşan bölgeler oluşturulur.
Elbistan bölgesi gerillanın üslenmesi açısından en stratejik alanların başında geliyordu. Engizekler, Nurhaklar derken gerillanın kaldığı derin ve görkemli arazileri kapsadığı için doğalında Elbistan bölgesi önem kazanan bir alanımız oluyordu.
İşte böylesine bir alana bizim düzenlediğimiz bir bölge komutanımız bulunuyordu. Ne var ki arkadaşlar nereye gidiyorlarsa orada karşılarına Xorto ismi çıkıyordu. Hangi taşı kaldırırlarsa altında Xorto ismi çıkıyordu. Ve hangi milisi, hangi yurtseveri ve hangi genci görmek isteseler hep Xorto ismi karşılarına dikili veriyordu. Birde sadece ismi arkadaşların karşısına dikilmiyordu aynı zamanda kitlelerde yarattığı etkiyi anlatmadan geçmekte hani ayıp olur. O kiminle ilişkilenmişse orada kesinlikle ona bir bağlılığın geliştiğini görebilirdiniz. Bir de ilginç olan bir durum ise gerillaya gelen birçok maddi değerlerin örgütlenmesinde yine onun ismi geçiyordu. Yeni savaşçı katılımı hakeza. İlk kez Elbistan ilçe merkeziyle ilişkiler kurulduğunda gerillanın karşısına yine o yani Xorto çıkıvermişti.
Devam edeyim. O zaman görüştüğümüz yurtseverlerin çoğu Elbistan bölge komutanı olarak Xorto yoldaşı tanıyorlardı. Ancak Xorto yoldaş gerillaya katılmış değildi. Hatta gerillayla ilişkilenmemişti. Ancak o bir gerilla gibi çalışan ve bir komutan gibi eylem koyan bir gençti. İyi bir örgütleyen ve iyi bir ajitatör olduğunu da sonra da gerillaya geldiğinde öğrenecektik.
Evet, o gerillaya gelmeden halkın gönlünde taht kurmuş bir genç oluvermişti. Arkadaşlar bir gün bu halkımız arasında efsaneleşen genci görmek istediler. Nede olsa adımıza hareket ediyor. Halkımızda onu gerilla sanıyor, hem de gerillanın bölge komutanı biliyordu.
Gerillayla o meğerse zaten ilişki arıyor. Ona milislerimizin aracılığıyla yoldaşlar ulaştıklarında o hiç tereddüt etmeden yoldaşların yanına gelecektir. Ve o alanda efsaneleşmiş genci tanımış olacaklardır. İşini iyi yapan bu dinamik, atik ve yerinde durmayan gencin çalışmalarına devam etmesini gerillada isteyecekti. Ve o deşifre olana kadar bu çalışmalarını başarıyla yapacaktı. Hem de gerilla komutanlarının yapamadıklarını yapacaktı. Özcesi kim komutan kim yurtsever, kim militan kim milis aslında o pratikleriyle hepimize göstermiş olacaktı.
Ben Xorto yoldaşı ilk kez 1993 yılında görecektim. Beyaz tenli, şirin sözlü, ince esprili, narin, hep güleç yüzüyle bir moral ve coşku kaynağı. Gerçekten bana anlatılan Xorto. Oldukça emekçi. Fedakâr. Girişken. Usanmadan çalışan. Sorunlar karşısında yılmayan.
Ancak benim üzerimde en çok bıraktığı etki onun hitabeti olmuştu. Ve bu hitabeti bir şiire dökülmeyi görsün, akan sular adeta durur. Yanında bir şiir defteri vardı. O şiir defterini okuma şansını bende bulmuştum. Ve onun ağzından dilinden şiir dinlemek bir zevkti. Ben çokta şiirle haşir neşir olan biri değilim. Ancak Xorto yoldaşın şiirleri insanı derinden sarsıyordu. Adeta yaşamın içerisinde daha doğrusu yüreğinize işlenmiş tüm özlemleri, sevgileri, arayışları, hınçları, tepkileri, haykırışları, kinleri, nefretleri bir yudumdan dile getiriyordu.
Annesini çok seviyordu. Ale anne hepimizin merakı olmuştu. Kendi adıma ben hep Ale anayı görmek ve tanımak istemişimdir. O Ale ananın oğluydu. Bir ara bende Elbistan alanında kaldığımda Ale ananın yiğitliğini duyacaktım. Ve halen Ale anayla tanışmamanın hüznünü yaşıyorum.
Xorto yoldaşın birçok şiiri Ale anaya birer çağrı ve mesaj gibiydi. Ve bir şiirinde bu duygularını bakın nasıl görkemli dile getiriyordu:
Bir gün atarlarsa cenazemi köy meydanına
Ağzı burnu kesilmiş
Bedeni paramparça
Dönüp bakma yerde yatana
Orada yatan ben olamam
Yıldızlara ve güneşe bak
Ben oradan gülümseyeceğim sana
Sana oğulluğumun verilecek hesabı budur anne...
Evet, Xorto aynen şiiri gibi hep gülümseyendi. Hatırlıyorum. 1993 yılının temmuz ayıydı. Koç dağı’nda büyük bir çatışma yaşanmış. Bu çatışma da Xebat isminde Adana katılımlı Mardinli bir genç yoldaşımız şehit düşerken çok sayıda düşman gücü vurulmuş ve düşmanın bir üsteğmen ile bir askerini esir almıştık. Yaşanan yoğun operasyonlar ardında Nurhaklara çıkmıştık. Xorto yoldaşta bu çatışmada vardı.
Benim sevdiğim dağ hep Nurhak olmuştur. Siz Pazarcık yönünde Engizeklere çıktığınızda karşınıza biraz ilerledikten sonra ilk göreceğiniz Engizek değildir. İlk göreceğiniz yer Nurhak dağlarıdır. Ve siz Nurhakları güneşin ilk ışıklarını alırken göreceksiniz. Karşınızda adeta yerde fışkırırcasına bir yassı yumruk gibi kızıla bürünen rengiyle gökyüzüne çıkan dağ kütlesini gördüğünüzde yapacağınız acaba ne olur? Ya da ilk gördüğünüzde karşınızda bir kızılımsı bir ateş topuna ne derseniz? İsyanlar içerisinde iseniz isyanınızı daha da gürbüzleştiren bir fitil çakmanın yaşanacağını inanın ben size garanti edebilirim. Ben ilk kez Nurhakları gördüğümde deyim yerindeyse aşık olmuştum. Ama ne bileyim ki bu âşık olmayı farklı yoldaşlarda yaşamış. Ve ne bileyim ki bu aşkın öyküsünü görkemli bir kalemle dile getirenler varmış. Hem de daha gerillaya katılmadan bu öyküler yazılmış…
Xorto yoldaşla kaldıkça onun bu aşk öyküsünün benimkinden kat be kat derin olduğunu görecektim. Ve onun hep “Ben Kuzey Nurhakların Çocuğuyum” sözlerinin içyüzünü birkaç ay sonra öğrenecektim. Biz düşmana vurduğumuz darbenin ardından Nurhakların güneyinden başlayarak Nurhakların kuzeyine doğru bir yolculuk yapıyoruz. Güneyden Nurhakları Engizeklerden hep görmüştüm ancak Kuzey Nurhakları bu kez Nurhakların o heybetli gövdesini aşarak gidip görecektim. Bu yürüyüşümde Xorto hep benim özel alan tanıtımcım olacaktı. O yöreyi her ne kadar küçük yaşta terk etmiş olsa da önce İstanbul peşinden gittiği Trabzon da özgürlük hareketinin düşünceleriyle tanışacak ve hızla Elbistan alanına dönerek öncelikle o televizyonlarda son yıllarda meşhur olmuş olan “Hüsna Hüsna Hüsna Cane” öyküsünün ya da parçasının geçtiği köy olan Kistik’e gelecektir. O aslen oralıdır. 1969 yılında Elbistan’ın Kistik köyünde dünyaya gelecektir. Ve alanda tek başına çalışma yürütürken her yeri karış karış tanıyacak ve araziyi tanıyan iyi bir uzman olacaktır.
İşte ben Kuzey Nurhakları Xorto yoldaştan öğrenecektim. Elbette önce onun şiirlerinden öğrendim, ancak bu kez onun öncülüğünde Kuzey Nurhaklara giriş yapıyoruz. Sünet, Kantarma, Karahasan, Hasanalyan derken Kistik ve Sevdilli de tanıyacağım. Kistik ile Kaşan arasındaki dağ kütlesine bir gün çıktığımızda neden Xorto yoldaşın bu dağa bu kadar hayran olduğunu öğrenecektim. Bu yürüyüşümüzde büyük ve ölümsüz efsane komutanımız Sarı İbrahim yoldaşta vardı. Peri bacalarında farkı olmayan bu dağ kütlesi sanki elle işlenmişti. Yüzlerce mağaraya benzer girintili çıkıntılı oyuk labirentin ta kendisiydi. O zirvelerde bilmediğiniz bir mağarada karşınıza bir kaynak çıkarsa şaşırmayın. Ancak hazırlıklı olmanız gereken durum bu değildir. Asıl hazırlıklı olmanız gereken durum Xorto yoldaşın her kaynağı karış karış bilmesidir. Ve tabii ki her bir kaynağa dönük anlatacağı bir öyküsünün olmasıdır.
İşte bu Xorto yoldaştır. Hep insana bir şeyler anlatarak kendisine hayran olunmasını size sağlayandır. Birde bu dağların görkemliliği ile bütünleşen canlı dinamik hiperaktifliğini de katın ortaya çıkacak olan bir efsanedir. Xorto efsanesi. Bir halkın bir insana niçin bu kadar bağlandığını onunla geçireceğiniz birkaç gün yeter de artardı da.
Onunla Kuzey Nurhaklar yürüyüşümüzü sürdürürken Sinan Cemgillerin gelip kaldığı yeri de görüyoruz. Adeta binlerce küçük sanki elle işlenmiş taştan yapılmış gökdelenleri anımsatan tepenin yakınından duruyoruz. Tek bir çıkışı var. Burada kalırlarken onlara bakan bizim balcı diye tabir ettiğimiz İbrahim amcamızdır. Nasıl ki o yıllarda devrimcilere destek sunmuş ise aynen bu kez daha kapsamlı olarak yeni Nurhaklara gelen gerillalara bağrını açıyor ve onları kendi gözleri gibi koruyor. Sonrada şehit düşen Mizgin-Elif Gezer yoldaşın babası olan İbrahim babamız bizim hep seveceğimiz balcı amcamız oluyor. Balcı amcamızı bize tanıtan yine Xorto yoldaştır. Onun bu topraklarda tanımadığı insan yoktur. O tanımıyorsa da onlar tanrıça Ale ananın oğlu Xorto’yu tanıyorlar. Ana tanrıçaya saygıdan ve oğlunun halkçılığından herkes onu sevmiş ve her zaman baş tacı yapmışlardır kendilerine.
Evet, Xorto bir efsane demiştik. O Nurhakların bir efsanesidir. O Nurhaklara yaraşırcasına bura halkıyla bir olmasını bilmesinin ötesinde onların içlerine girerek kendi yuvasını onların yüreğinde ve gönüllerinde kurmuştur. Biz ise onunla Kuzey Nurhakların köylerini gezerken bunu yaşayarak tadıyoruz.
Xorto yoldaş nasıl ki önce sivil de devleşerek büyümüş ise giderek gerillada ilk adaptasyon ayları dışında giderek gelişen biridir. O artık her çalışmanın içerisinde yer alan dinamik Xorto’dur. O alanda sorunlarımızı çözen militandır. O bizim öncümüzdür. O bizim gözümüz kulağımız. O bizim yanı başımızda eksilmeyen can yoldaşımızdır.
Yine hatırlıyorum. Bir gün Kistik köyündeyiz. Yani onun doğduğu köydeyiz. Ve kendi köyüyle komşu köylerinin çok ticaretle uğraştıklarını bilmiyorum. O ise detaylarıyla bilendir. O gün uzak yerlerde köyü ziyarete köyün tüm büyükleri ve birazda zengin diye bilinenleri gelmiş. Xorto yoldaş bizim parti için yardım toplamamız için uygun fırsat olduğunu söyleyecekti. Ancak onları tanıyan yoktu. En azında ben tanımıyordum. Ve alanda şimdilik ikimiz vardık. Ben bir nevi misafir o ise alanın sorumlusuydu. Onun gündüz köye girmesi insanlarımız için güvenlik sorununa yol açabilirdi. Nitekim onu herkes tanıyordu. Ben ise yörede yabancı bir simaydım. Kararımızı verdik. Ben sivil elbise giyerek gelenlerin yanına bir eve Pazarcıklı bir öğrenci olarak girecektim. Ne de olsa yöre dilimiz aynıdır. Kültürel olarak Elbistan’la yakınlığımız bulunuyor.
Xorto yoldaşın verdiği bilgiler temelinde köye giriyorum. Tabii ondan önce beni barındıracak bir üniversiteli genci Xorto çağırıyor. Tanıştıktan sonra bizim gençle okul arkadaşı olarak köye gidiyoruz. Xorto ise başka bir evde saklı kalacak. Gece hepsini toplayacağımız ve istemlerimizi belirteceğiz. Ben ise gündüz sadece bir öğrenciyim. Köye giriyorum. Herkesle tanışıyorum. Çeşitli konulardaki sohbetlerle birlikte biraz da sol eksenli tartışmanın yanı sıra Alevilik kültürünü de genişçe tartışıyoruz. Bu bilinci bize parti ektiği için donanımız fena sayılmazdı. Parti her bireyine enerji yükleyerek hazırlayarak halka göndermeyi bir ilke bellediği için bizde donanımlıyız. Ve tümünü bir Pazarcıklı, Aleviliği bilen bir genç olarak etkiliyoruz. Kimse bir gerillayla ilişkilendiğinin farkında değil.
Akşama doğru Xorto yoldaşın bulunduğu yere gidiyor planlamamızı gözden geçiriyoruz. Tüm köylülere haber vererek bir damın üstüne gelmesini istiyoruz. Hepsi geliyor. Ancak bu kez karşılarında gerilla elbiseler içerisinde bir Pazarcıklı genç ile Kistik köyünün kahramanı ve en sevilen genci Xorto’yu gördüklerinde doğrusu önce şaşkına dönmüşlerdi.
Xorto yoldaş genişçe bir konuşma yapıyor. Siyasal değerlendirme derken birçok konuyu derinlikli anlatıyor. Gelen sorulara cevaplar verildikten sonra özgürlük hareketine nasıl katkıda bulunacaklarına mesele geliyor. Gelen köylülerin ağırlığı olgun yaklaşıyor. Bize güvenliğimize ilişkin babacan nasihatlerde vererek yardımlarını esirgemeyeceklerini söylüyorlar. Güzel insanlardı. Bura insanının ürkek görüntüsüne bakmayın yürekleri dağları kaldıracak kadar geniş ve cesaret doludur. Bu insanları görmüş olmasaydım da böyle olacaklarını tahmin etmem zor olmazdı. Yanımda duran Xorto yoldaşa bakarak buralı insanların nasıl olabileceğini kestirmek zaten zor olmayacaktı.
Ben bu şirin insanları bir daha görmeyecektim. Parti beni başka alana istiyordu. Xorto yoldaşla önce Ağcaşar sonra şimdi ismini hatırlayamadığım bir dağ köyünden sonra Mir Aliyan ve nihayet o cennet gibi güzel köy olan Nergele’ye ulaşıyoruz. Nergele köyünü ben Kürdistan’ın en güzel ve yurtsever köylerinden biri olarak hep anımsayacağım. Derin bir vadide,1000 hanelik bir köy. 4 ilkokulu bulunan, köyün içerisinde fışkıran Nergele çayından yola çıkmaya başladığınızda abartısız iki saat hızlı bir yürüyüşle ancak bu köyden çıkabiliyordunuz. Birde bir meyve cennetidir Nergele. Çok uzaklarda yükseklerde kanallar açarak sular getirilmiş ve keskin yamaçlar büyük emekle işlenerek evler ve her türden ağaç ekilmiştir. Siz birde Nergele’yi köyün yükseltilerinde bulunan sık kamalak ormanında durup bakacaksınız. Hele hele sabahın erken saatlerinde çayın üzerinde yükselen buharın köyün üstünde bir bulut tacı gibi durmasını izleyin. Ve siz artık bu köye nasıl ki Nurhaklara ilk gördüğünüzde vuruluyorsanız burayı da bir kere görmüşseniz artık unutamazsınız.
Evet, Xorto yoldaşla burada, bu cennette, Nergele’de ayrılacağız. Ve bu güzel insanı bir daha görmeyecektim. Arada zaman geldi geçti. Ben Binboğalara orada Ortadoğu’ya gideceğim. O yani Nurhakların efsaneleşmiş ismi Xorto tekrar Elbistan alanına dönecektir. Orada bir müddet sonra sorumlu olarak tüm cephe çalışmalarını yürütecektir. Kış 1993–1994 yılında o kendi köyleri yakınında kalarak çalışma yürütecektir. Kışın o acımasızlığına rağmen o çalışmalarının temposunu düşürmeyecek ve giderek daha fazla açılım sağlayacaktır. Düşmanın kulağına yürütülen çalışmalar gidecektir. Ve kimin bu çalışmaları yürüttüğünün bilgisi de ulaşacaktır. O ile bir bayan yoldaşın kaldıklarını öğreneceklerdir. Küçük bir birim olduğu bilgisini aldıktan sonra alana geniş operasyonlar yapacaklardır. 17 Ocak 1994 günü Xorto yoldaşla Adıyamanlı Fidan yoldaşlar bir sığınaktayken yerleri tespit edilecektir. Düşmanla güç dengesizliği, alanın ve iklimin dezavantajlı konumundan yapılacak olan bir şey vardır: direnmek.
Xorto ve Fidan yoldaşlar ölümüne direneceklerdir. Saatlerce çatışacaklardır. Düşman yoldaşların üzerine gidemeyecektir. Bunun üzerine panzerler devreye girecek yine de düşman bir şey yapamayacaktır. Ancak yoldaşların cephaneleri giderek azalmaktadır. Ve şartların elverişsizliğinden dolayı manevra yapma imkânı da yoktur. Yapılacak olan militanca bu halk uğruna yaşamını sonlandırmaktır. Ve yapılanda bu olacaktır. İnce narin ve bir Kürt güzeli olan Fidan yoldaşla, bu toprakların yetiştirmiş olduğu en yiğit efsanevi evladı ve büyük şair Xorto yoldaş son mermilerini ve bombalarını kendilerinde patlatarak kahramanca direnişlerini kahramanlara yaraşırcasına taçlandıracaklardır.
Evet, Kuzey Nurhakların genç efsanesini kaybediyoruz. Onu yıldızlara uğurluyoruz. Ama düşman sevinmesin. Xorto efsanesinin ardından aynı alanda onlarca Xorto’yla ben sonra da saflarda karşılaşacaktım. Birçoğu ismini ya Xorto koyup gelmiş ya da Halil vurup gelmiştir. Hepside ondan etkilenerek gelmiştir.
İşte ölümsüzlük dedikler gerçeklik bu olmalıdır herhalde. Fiziksel ölümü başkaların ruhuna ekerek yaşamak!
Evet, şair yoldaşım. Seni aynı o ilk karşılaştığımız gibi anımsıyorum. O coşkun ve moralinden kendimize ekeceğimize söz vermiştik. Yıllarda geçse o heybetli duruşundan halen etkilenerek yaşıyoruz.
Evet, militan yoldaşım. Senin şahadetinin ardından çok şey olupbitti. Ancak bir şey var ki o hiç değişmedi ve değişmedi o da sana olan hayranlığımız ve bağlılığımızdır. Ve sana olan özlemimizidir…
Gözün arkada kalmasın yiğit Alxazlı militan.
Ruhun şad olsun şair yoldaşım, ruhun şad olsun ince, güzel, narin yoldaşım.
Kasım Engin
- Ayrıntılar
Sen Gerçek Bir Apocusun Heval Sinan
Yalnızlık nedir? Yığınlar kalabalığı içerisinde diğerlerine benzememe savaşımı mı, yoksa diğerlerine benzeşme mi. Özünde yalnızlık tek başına yaşanılmaz, en acı yalnızlık kalabalık içerisinde öteki olarak yaşamaktır. Yaşam, doğasına aykırı bir biçimde farklılıkları sindiremeyen monoton bir akış içerisinde sürdürülmeye çalışılıyor. Diğerlerine benzeşirsen ilkesizleşiyor ve kendin olmaktan uzaklaşıyorsun. Diğerlerine benzemezsen yalnızlaşıyorsun. Yüreğini güzelliklere ve gerçeklere açmışsan bir o kadar da acıya ve yalnızlığa açmışsındır. Sinan arkadaş kendi olma kavgasını verdiğinden yüreğini acıya da yalnızlığa da açmıştı. Sinan arkadaş tüm zorluklarına, acılarına rağmen kendi olmayı ve kendi kalmayı başardı. Kendi olma savaşımını sürekli olarak verdi. Nedense hiçbir öncü kişilik içinde bulunduğu çağ içerisinde anlaşılamamıştır. Heraklitos adlı doğa filozofu kendi çağdaşları tarafından anlaşılamadığından yaşadığı aydınlanma karanlık olarak adlandırılır yine kendini bilme ve hakikat aşkıyla yanıp tutuşan Sokrates’in düşüncelerinden dolayı cezalandırılması, Hezarfen Ahmet Çelebinin uçacağına kimsenin inanmaması, Şeyh Bedrettin’in urganın ucunda güneşin batmadan önceki hali gibi solması, inandığı doğrulara sahip çıkma adına bu güzel insanların eril gerçeklik içerisinde yalnız yaşamalarına ama başları dimdik ayakta ecelsiz can vermelerine neden olmuştur. Değişenler yanında değişmeyen çok şey var yaşamımızda. Hala Aristo mantığını ve Newtoncu bakış açısını aşmış değiliz. Yaşama ve insanlara yaklaşımımız bir tekrardan ibaret. Beraber yaşadığımız gerçek ve güzel insanlar olan devrimcileri tanıyamıyoruz. Şahadetini hala kabullenemediğim sanki bu yazıyla şahadeti kesinleşecek olan Sinan arkadaş da bu güzel devrimci ruhlu insanlardan. Belki de o genç yaşına rağmen saçlarına yıldız misali düşen aklar yol arkadaşlarına kendini tam olarak anlatamamaktan ya da anlaşılamamaktan.
Sinan arkadaş 1977 Maraş Elbistan doğumludur. Devrimci hareketlere çocuk yaşlardan itibaren ilgisi vardır. Kürdistanlı olması ve yaşanan çelişkileri derinden yaşaması Onda sisteme muhalif bir karakter yaratmıştır. Sistem dışı arayışları oldukça güçlü olan Sinan arkadaş özgürlük arayışlarına cevabı PKK ideolojisinde ve onun yaşam anlayışında bulur.
Sinan arkadaş, 94 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi bilgisayar mühendisliği bölümünde okurken özgürlük hareketiyle tanışır. Üniversitedeyken yurtsever gençlik çalışmaları içerisinde sorumlu düzeyde görev yürütür. Olgun, zeki, tutarlı, disiplinli duruşuyla arkadaşların ilgisini çeker. Öğrenci gençlik içerisinde çalışmalarını örgütledikten sonra özlemi olan gerilla sahasına ulaşmaya çalışır. 1998 yılında Yunanistan’da Georgidas Thepıhılos Akademisine gelir. Yaşamdaki duruşu, eğitimdeki özlü katılımı, ilişkilerindeki paylaşımcılığı kısa süre içerisinde eğitim sahasında belirginleşmesine neden olur. Kısa bir süre eğitim gördükten sonra eğitim çalışmalarında yönetim düzeyinde görev alır. Sinan arkadaşın düşüncelerindeki sistemlilik, üslubundaki çekicilik, bilgilerindeki derinlik iyi bir eğitimci olmasını sağlar.
Yavaş ancak istikrarlı bir biçimde ilerlemeyi seven Sinan arkadaş fazla girişken değildi ve duygularını herkesle paylaşamıyordu. Az gülerdi ama içten gülerdi. Duygularını dışarıya yansıtmakta zorlanırdı. Onu tanımayanlar için oldukça analitik görünen Sinan arkadaş duygu yüklü yanıyla aklını dengelemişti. Mücadeleyle tanıştıktan ve Önderliğin çözümlemelerini okuduktan sonra derin bir yurtseverlikle duyguları kökleriyle buluşmuş kendinde var olan insanseverlik özgürlük hareketi ile bilimsel bir karakter kazanarak daha kapsamlı ve çok yönlü bir kişilik kazanmıştı. Özgürlük ideolojisiyle etkileşim içerisine girdikçe özkarakteri daha fazla gün yüzüne çıktı. Duruşuyla her zorluğu göğüslemeye hazır olduğunu ve ölümüne bu mücadeleye sarıldığını kanıtladı. Sinan arkadaş bireydeki bilinç ve duygu birliğinin yürek ve beyin ortaklaşmasının anlamlı ve güzel bir örneğidir. Özgürlük hareketine katılımının temelinde de hareketimizin yoldaşlık ilişkilerindeki sadeliği ve paylaşımlarda yaşanan derinliği vardı. İnsana verdiği değer ilişkilerinde somut ifadesini buluyordu. Onun için insanların insan olma savaşımını yürütmeleri sevilmeye değer kılardı onları. Bireylerin yaşadıkları ne olursa olsun anlatmaya ve anlamaya yürek ortağı olmaya çalışırdı. Bunu yaparken hem iyi bir dinleyiciydi hem de iyi bir eğitmen. Sinan arkadaş yaşamıyla, sohbetleriyle hatta duruşuyla insanları etkilemeyi ve karşısındakine yön vermeyi başarıyordu. Bunu yaparken karşısındakine de hissettirmeden, iradesine ve yaşadıklarına saygı göstererek bunu yapıyordu. Sevmek Onun için emek harcamak ve birbirinin iradesini kırmadan paylaşmaktı. İlişkilerinde karşısındakinin kendisine benzemesini istemez, herkesin özsel gerçekliğiyle yaşama katılması gerektiğine inanırdı. Kendisiyle yürüttüğü en büyük savaşım ise duygularını daha güçlü dışa vurmaya yönelik savaşımdı. Kolay değildi kendisine yıllarca duygularını dışa yansıtmaması öğretilmişti. Sinan arkadaş girdiği her çalışmaya büyük bir ciddiyetle yaklaşır ve o çalışmayı herkesten daha iyi bir biçimde başarırdı. Çok yönlü olan Sinan arkadaş’ın Yunanistan’daki eğitim sahamızda yaşama her yönlü katılımı söz konusuydu. Eğitim sahasında görülen eğitimlerden sonra yapılan moral çalışmaları eğitim konularıyla bağlantılı olarak yapılan tiyatrolarla yoğunlaşmaların yansıtılması biçiminde eğitim olarak geçiyordu.
Mücadelenin zorlu ve çetrefilli süreçlerini yeni olmasına rağmen tek başına ayakta kalarak aşmaya çalışan beyniyle ve yüreğiyle etrafını aydınlatmaya çalışan bir arkadaştı. Sinan arkadaşta kabalık yoktu. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlardı. Mücadele ederken de, emek harcarken de, seni eleştirirken de bunu hep çaktırmadan yapardı. Göstermelik olan herkesin göreceği şeyleri yapmayı sevmezdi. Bu yüzden çoğu zaman yüzeyselliğimle onun uzlaşmacı olduğunu söylediğimde kendini içtenlikle anlatmaya çalışırdı. Sinan arkadaş hemen ret etmeyi sevmezdi ve mücadelesini anlık değil zamana yayarak yürütürdü. Yaşama ve insanlara ucuz yaklaşmazdı. Emek harcarken de bunun karşılığını beklemez ve değişimin kolay olmadığını bilirdi. Onun için önemli olan karşısındaki insanın özgürlük arayışlarını güçlendirmek ve kafasında kişinin kendisine ilişkin soru işaretleri oluşturabilmekti. Bu nedenledir ki birçoğu anlayamazdı Onu. Bu derinlikli dünya yüzeysel yapılan hiçbir şeyi kabul etmiyordu. Kuzeye gitme ve pratikleşme istemi olmasına rağmen bunu birçokları gibi yaygara kopararak yapmamış ama sürekli olarak pratikleşme istemini örgüte yansıtmıştı. Sinan arkadaş için hiçbir zaman kendi istemleri önemli değildi. Onun için örgütün istediği yerde ve biçimde çalışmak en doğrusuydu. Bunu anlatamamanın ezikliğini sürekli olarak yaşadı. Biraz da bu atmosferin yarattığı ağır etkilenmeyle gidişine hız kazandırdı. Uzun yıllardan sonra ülkede ilk kez Mahsum Korkmaz Akademisinde gördüm bu görüşmemizin son görüşmemiz olacağını nereden bilebilirdim ki. Yağmurun altında saatlerce tartıştık sırılsıklam olsak ta yüreğimizde yıllardan sonra birbirimizi görmenin sıcaklığı vardı. Birde ben Onu anlatılanların dışında gördüğüm için, eski özünü yitirmediği için mutluydum. O ise kendini anlatmanın ve yürek ortağı olmaya çalışmanın iç huzurunu yaşıyordu. Bir daha birbirimizi hiç görmedik. Uzaktan da olsa haberlerini alıyordum. Amed’ten güçlü bir komutan olarak döneceğine ve hareket içerisinde önemli görev ve sorumluluklar üstlenebileceğine inanıyordum. Sinan arkadaş devrim yükünü omuzlamada öncü düzeyde katılabilecek, güzel düşünceli ve temiz yürekli özgürleşmeye yakın bir insandı. Kadınla ilişkisinde sürekli olarak özgürleşme mücadelesini kendisiyle yürüten, kadını tanımaya çalışan, kadınla geleneksel güdüsel yaklaşımlar dışında dostluk kurmaya çalışan bir arkadaştı. En ufak bir yanlış anlamanın, karşısındakini kırmanın o kişinin yaşamına mal olacağından korkuyordu. Sade, çıkarsız, sakin ve insanı derinden tanımak isteyen bakışları, pırıltılı gözleri genç yaşta olmasına rağmen saçlarına düşmüş aklarla ve kendi kimliğine ait olgun duruşuyla görmüş geçirmiş kişilere ait yaşam bilgesi edası çevresindekileri etkilemesine yetiyordu. Arkadaşları etrafında toplamak için özel bir çaba içerisine girmesine gerek yoktu. Gerçek bir devrimci olduğunu öncelikle kendi yaşamıyla insanlara kanıtladığından çekiciydi.
Bu yazıyı yazana kadar yazmanın konuşmadan daha kolay olduğuna inanıyordum. Ama bu yazıyı yazarken bunun hiç de böyle olmadığını anladım. İlk defa bir yazıyı yazarken bu kadar zorlandım ve yokluğuna hala inanamadığımı gördüm. Kışları hiç sevmem. Gerilla için ölümdür, hareketsizliktir kış. Bir de senin 2007 kışında Amed’de belirsizlikler içerisinde tam olarak bilmediğim bir tarihte yitip gitmen kışa olan öfkemi daha fazla arttırdı.
Heval Sinan gerçek bir devrimciydi. Adı Taylan’dı. Taylanken de devrimciydi. Taylan Sinan oldu ve daha da bir güzelleşti. Bir gün çıkıp geleceğinin inancını bunları yazarken dahi taşıyorum. Bu kadar erken olmamalıydı be heval. Artık kimseyle derin paylaşımlar yaşamama kararı aldım çünkü en güzeller en erken gidiyorlar ve şuna inanıyorum. Kurşun adres tanır bu yüzden hep en iyileri, en güzelleri seçer. Ölüm sana hiç yakışmıyor. Utangaç ama muzır gülüşünle karşımızda dur yine. Biliyor musun heval Sinan, hani derler ya kendim için istiyorsam dönüşünü namerdim. Bu tür zorlu süreçlerde senin gibi düşünen ve yaşayan insanlara ihtiyacımız var. İçinde yaşadığımız süreç senin gibi gerçek devrimcilerle yürütülebilecek bir süreç. Sen gerçek bir devrimcisin. Sen gerçek bir Apocusun heval Sinan. Ve bu yüzden kabul edemiyorum bizleri bu kadar erken bırakıp gitmeni. Daha yapacağın çok şey vardı heval. İnsanın içindeki acının yarattığı zehiri intikam alması akıtırmış. Senin ve diğer yoldaşlarımın intikamını almadıkça acınız içimde zehir gibi kalacak ve akıtmayacağım. Seni şimdiden çok özledik gerçek devrimci…
Şerda Mazlum
- Ayrıntılar
Kod adı: Rızgar
Adı Soyadı: Hasan Güler
Doğum tarihi ve yeri: 1972 Pazarcık
Katılım tarihi: 1992 Almanya
Şahadet tarihi ve yeri: 13 ocak 2007 Amed’de
PKK öncülüğünde zafere giden özgürlük hareketimiz 35 yılı aşkın şiddetli bir mücadele tarihi içerisinde nice Kürt tarihinde görülmeyen değerler ortaya çıkarmıştır.
Kimliğini inkar eden beynine kadar sömürülen, köleleştirilen hor görülüp aşağılanan benzeri görülmemiş bir asimilasyonla kendi özünden uzaklaştırılmaya çalışılan başkasına benzeme özentisiyle övünen bir halkın kendine ait olana sahip çıkması kendini yeniden diriltip yaratması için kuşkusuz büyük bedeller verilecektir. Rebêr APO önderliğinde büyük zorluk ve güç dengesizliği içerisinde verilmiş özgürlük mücadelesinin zaferden başka herhangi bir yolu kabul etmiyeceği Agitlerin, Erdalların, Zilanların, Beritanların ve tüm Kürdistan şehitlerimizin soylu direnişinde kendini ispatlamıştır.
Bu yüce ve kutsal mücadele tarihinde binlerce şehidimiz Kürt halkının gasp edilen haklarının kazanılması özgür birer insan olmak, bununla birlikte kendine saygısı olan bir toplumu yaratmak için gerekli olan bedeli adeta kanlarıyla sulayarak kurumuş topraklara tekra ruh vermiş can vermiş diriltmiştir. Soylu direnişimizin kahraman sembolü olan şehitlerimizin kervanına Rızgar arkadaşta 13 Ocak 2007 yılında Amed eyaletinin Ş. Remzi alanında faşist sömürgeci TC ordu güçleri ile girdiği çatışma sonucu PKK’nin militan duruşu direniş çizgisi temelinde katılmıştır.
Şehitlerimizi soylu mücadele kişiliklerini duruşlarını tarif etmede devrimci duruşlarını ifade etmede onların gösterdikleri büyük fedekarlıkları yansıtmada zorlanmaktayım. Bu durumun kabul edilebilecek bir yanı olmamakla birlikte genel şehidlerimizin huzurunda özeleştiri verilmesi gereken bir husus olarak görüyorum.
Çok kısa bir tarifle Rızgar arkadaşı nasıl tarif edebilirim sorusuna “doğal devrimci sorumluluğun sembolü pratik uygulayıcısı bir arkadaş olarak” cevabını verebilirim. Rızgar arkadaş düşmanın Kürdistan’da yürüttüğü insanlık dışı asimilasyon, sömürge ve işkencenin yanında Kürt halkını kendi yurdundan vatanından koparma temelinde geliştirdiği sinsi politikalar neticesinde abisinin Avrupa ülkelerine çıkmasının ardından kendiside Maraş’ın Pazarcık ilçesinden oraya gider Kürdistan’da Pazarcık’ın özgürlük mücadelemiz içerisindeki yeri yurtseverliği özgürlük davasının zafere ulaşması için verdiği bedeller bilinmektedir.
Köylü emekçi bir aileden gelen Rızgar arkadaş belli bir süre Avrupa’da çalışmalara katkı sunduktan sonra mücadelenin en aktif zeminine girip özgürlük savaşçısı olmak için 94-95 yıllarında Kürdistan’ın asi ve özgür dağlarında gerillaya katılır. PKK hareketinin özü olan emek ve mücadelenin bir timsali idi. Rızgar arkadaş yapılması gereken bir işi çalışmayı yoldaşına bırakmadan hesaba girmeden en temiz ve sağlam bir şekilde yapmaya çalışan hakkını veren kutsal bir emeği vardır. Rızgar arkadaş Rebêr APO’dan PKK’den ve PKK’nin asıl sahipleri olan şehitlerimizi böyle öğrenmişti.
Sorumluluğunda yürütülen bir çalışma ve görev için hiçbir zaman arkadaşların kaygısı olmadı görevinin gereklerini yerine getiriyor mu diye bir soru kafamıza takılmadı çünkü tüm silah arkadaşlar bundan emindi ki Rızgar arkadaş çalışmasının en ince detayına kadar hesaplayarak tartarak ölçerek uzun vadeli planlayarak yürütecekti çalışmalarını.
Önderliğimizin 1999 ve sonrası geliştirdiği büyük barış çabalarına karşı inkâr imha politikalarında ısrar eden barış çabalarını bir zayıflık belirtisi görerek çürüme politikasını bize dayatan TC’nin politikalarına karşı meşru savunma savaşı çerçevesinde yeniden mevzilendirme çalışmalarında 2003 yılında Amed eyaletinde büyük bir istek ve coşku ile gitti Rızgar arkadaş.
2004-2005 yıllarında geliştirilen ihanetçi-tasfiyeci teslimiyetçi çizginin etki ve dayatmalarına karşı Rızgar arkadaş Rebêr APO’ya, şehitlere, halkımıza olan derin bağlılığıyla hiç tereddüt bile etmeden yerini zaferin garantisi olan Önderlik çizgisinde olarak Kuzey sahalarında aktif bir mücadeleyi esas almıştır. Rebêr APO’nun “bana bağlı olanlar Amed’e gitsin” sözüne bağlı olmak istiyordu.
1 Haziran hamle kararının pratikleşmesi için Rızgar arkadaş Amed eyaletinin birçok bölgesinde değişik düzeylerde aktif mücadele yürüttü. Görev ne olursa olsun katılımının özü yukarıda belirttiğimiz çerçevedeydi. Rızgar arkadaşın halka olan bağlılığı, sevgisi ekseninde yürüttüğü çalışmaları birebir halka yansıyor güven veriyordu onun için görev yaptığı her alanda halkın Rızgar arkadaşa büyük bir sevgisi gelişiyor onun şahsında mücadeleye daha güçlü katılıyor ve destek sunuyorlardı. Çünkü Rızgar arkadaşın halkçı özelliği hesapsız katılımı sade ve mütevazı yaşamı katılımı onlara güçlü bir güven veriyordu. Kendilerinden biri olarak görüyorlardı.
Emekçi halkçı sorumlu militan duruşuyla tüm yoldaşlarının da derin sevgi ve saygısını kazanmıştı. Örgütün talimatları doğrultusunda bir pratiğin ortaya çıkması için Rızgar arkadaş elinden gelen her türlü çalışmayı yürüttü. Bununla yetinmedi yoldaşlığın dayanma ruhu çerçevesinde arkadaşların yardım etti. Perçinledi ruh verdi. Mütevazıliliği alçak gönüllüğü Apoculuğun yoldaşlık ruhuna denkti.
Amed eyaletinde pratik yürüttüğü dört yıl emek verme mücadeleye değer katma anlamında dolu geçti. 2006 yılının bahar ve yaz hamlelerinde özellikle Rızgar arkadaşın kaldığı Ş. Remzi alanında düşman büyük darbeler aldı. Bu darbelerde 40 yakın askeri 1 yarbay, 1binbaşı, 1 skorski helikopteri imha edildi. Bu sonuç hem HPG için yürüttüğü savunma savaşına büyük bir katkı hemde halka büyük bir moral oldu. bu sonuçların ortaya çıkışında Rızgar arkadaşın rolü katkısı ve hazırlığı belirleyici konumdaydı. Bu pratik sonuçların daha sonra ki yıl katlanarak gelişmemesi için kış sürecinde üslenme ve eğitim çalışmaları için kaldığı aynı alana düşmanın yoğun yönelim ve operasyonları gelişti.
13 Ocak 2007 tarihinde bu operasyonlar da arkadaşları ile birlikte kaldığı sığınağın deşifre olmasıyla faşist TC ordu güçleri ile çatışma çıktı. Düşmanın gerillanın tekrar kuzey mevzilerinde üslenerek yeni bir savaş tarzıyla verdiği mücadeleyi sindirememesi “yok oldular tasfiye oldular” dediği noktada güçlü darbelerin şoku ile adeta intikam için kıvranıyordu bu çatışmayı da kendi intikam arzuları için. Bir sonucu götüreceği arzusu ile yönelirken, yine Rızgar arkadaşın öngörülülüğü kıvrak zekâsı planlı ve hızlı karar verme yeteneğiyle adeta kursağında kalmıştır.
Zorlu gerilla için dezavantajlı kış süreçlerinde düşmanın gelişkin teknik ve sayı yoğunluğuna rağmen, Rızgar arkadaş düşmanın bu dar çemberinden yoldaşlarını çıkarmayı başarmıştır. Hem de en önde ve başta kendi göğsünü düşmana siper ederek çatışarak PKK militan duruşun direnişçi kahraman karakterine denk bir kahramanlıkla 13 Ocak 2007 saat 15.30 civarında düşmanı kahreden kahraman duruşuyla şehitler kervanına katıldı. Bu duruşu ve katılımıyla ardılları olan bizlere birçok öğretici vasiyet bırakarak…
Rızgar arkadaş senin şahsında tüm şehitlerimize bağlı kalacağımızı uğruna canınızı feda ettiğiniz bu yolda kanımızın son damlasına kadar mücadele edeceğimizi silahımızın yerde kalmayacağını belirterek yüce anılarımızın önünde saygıyla eğiliyoruz…
Mücadele arkadaşları
- Ayrıntılar
