Kendi yaşam öykümü geliştiriyorum. Çünkü orada bir durum anlatılmak isteniyor. Hemen hepinize hakim olan durumlar var, yaşam tarzları var. Bu yaşam öyküsü güvensiz, bilinçsiz, örgütsüz, iddiasız ve yenik bir kişilik düzeyini yerle bir etmenin savaşıdır. Hepinizin zayıflıkları, iddiasızlığı, çeşitli zavallılıkları ve güçsüzlükleri bu hikayede aşılmıştır. Tabii bu bir halkın önderliğidir. Bir halkın zayıflıkları ve güçsüzlükleri aşılmıştır. Büyük bir ustalıkla bunu yaptım, bu öykünün büyüklüğü de buradadır. Bu kesinlikle bir bireyin öyküsü değil, yaşamda gerçekleştirilen bir halkın diriliş öyküsü oluyor. Bu öyküde çok büyük bir ustalık, sabır, incelik ve zorluk var. Kitle arasına bile girmeden bu kadar örgütleyici gücümün olması yaşamın gücünden ileri geliyor. Sizin kadar dolaşmıyorum, fazla kimseyi de gördüğüm yoktur, ama çok büyük bir etkileyici gücüm var. Bu kesinlikle yaşam tarzından kaynaklanıyor. Halk için yaşıyorum, sürekli düşünüyor ve her zaman çok akıllı adımlar atıyorum. Çok sorumlu, iddialı, inatçı, dikkatli ve kırk defa ölçüp biçerek bunu yapıyorum. Sonuç, her geçen gün bir ileri adım daha atmaktır. Siz de kendinizi böyle ayarlarsanız, kesinlikle bu işi yüksek bir başarıyla yürütürsünüz. Zaten bunun başka yolu da yoktur. Bu konuda Önderlik gerçekliğini incelemelisiniz. Parti gerçekliği, Önderlik gerçekliğidir. PKK’lileşmek demek, Önderlikleşmek demektir. Sıradan insan ilişkilerinde çıkıp yücelen, kapsayıcı, toplumsal ve ulusal düzeye, hatta onu aşan insanlık düzeyine ulaşmak demektir. PKK’lileşmenin en doğru tanımı budur. Bu daha somutta nasıldır? Yaşadığınız her türlü bireycilikler ve darlıklardan kurtulacaksınız. Örneğin şu anda hiçbir bireycilik beni tatmin etmiyor. Eskiden bir sigara içerdim, şimdi onu da bıraktım. Eskiden uykuyu, rahatlığı, kısacası kendi alışkanlıklarımı severdim; şimdi ise bunlar bana yüktür. Beni sevindiren şey yüksek özgürlük gelişimidir, başarılı yürüyüştür. Bunun dışında her şey benim için anlamsızdır. Yücelmenin başka türlü ifadesi de olamaz. Siz de bunu ruhunuzda gerçekleştirdiğiniz ve pratiğinizle bunu pekiştirdiğiniz oranda PKK’lileşiyorsunuz demektir. Örneğin, bireysel bir alışkanlığa çok tapmanız ve bireysel keyfi tutumların üzerinizde çok etkili olması, bunlara tenezzül edip anlamsız alışkanlıklardan vazgeçmemeniz partileşmenizin önünde kesinlikle bir engeldir. Ben kendi deneyimimi size anlatıyorum, bu tecrübe bana bunları söyletiyor. Kolektif özgürleşme olmadan, birey olarak yaşamı çok anlamsız buluyorum. Zaten beni şimdiye kadar bu büyük çabaya zorlayan da budur. Çünkü bana göre insanlar özgürleşmedikçe birer alçaktırlar ve hepsini bu durumlarından kurtarmak gerekir. Sokağa çıkıp insanlar arasında dolaşırım, birçoğunun halleri bana karınca gibi gelir. Bu insanların yarısını ıslah oluncaya kadar eğitimden geçirmek gerekir derim. Çünkü bana göre hepsi küfür içindedir ve adeta ihanete uğramışlar. Yaşam tarzlarına öfke duyuyorum. Basit bir evi kurtarmak için ömürlerini tüketiyorlar, mahvolmuşlar. Bunu da aileyi kurtarmak, bireysel bir ekmeği veya bir çorbayı kurtarmak için yaşam içinde kırk takla atarak yapıyorlar. Başka nasıl olacak diyeceksiniz. Bireyciliğin vardığı sonuç budur. Orada siyaset ve yücelik yoktur. Bireyi kurtarmak, aileyi kurtarmak adı altında kendini bitiriyor. Onun için aile namustur, çok önemlidir. Milyonlarca çocuk var, onların durumuna da bir bak desen hiç bakmaz bile. Bütün çocuklar senin çocuğun gibidir, hatta daha da güzelleri var desen, bunu hiç düşünmez bile. Gözünü karartmış, sürekli ‘ben, ben, ben’ der ve bu ölünceye kadar da böyledir. Bizde herkesin yaşamı az çok böyledir. Ben de sizin yaşlarınızdayken bunu yaşıyordum. Ancak o zamanlar kendimi adeta parçalıyordum.
Tek olmama rağmen, kimse yol göstermediği halde, nasıl gelişeceğim diyor ve kabıma sığmıyordum. Benim için cıva gibi derlerdi. Halen hatırımdadır, o zamanlar yerimde duramazdım ve halen de öyleyim. Durulacak bir şey yoktur, çünkü göz göre göre yaşam elimizden alınmıştır. Topraklarına ihanet ettirilmişsin, toplum olarak bitirilmişsin. Senin büyük vicdanın, isyanın olmazsa ve bu sorunların çaresini bulamazsan bir hiçsin. Onun için ben bu insanlara saygılı olamam ve hep öfke duyarım. Geçmişte onların yanında bile oturmak istemedim, onlardan kaçtım, onlara tepki duydum ve düşündükçe bunun karşıtını geliştirdim. Direniş öykümüzde bunları görmeniz gerekir. Çocukluk isyanlarımızdan tutalım bugüne kadar yürüttüğümüz mücadelenin her önemli dönemini anlamanız gerekir. Ben sizin gibi isyan etmedim. Siz de çok ağladınız, çok tepki duydunuz, ama bunların sizde bir zincirin halkaları gibi özgürlük temelinde geliştiğini belirtemem. Benim durumum öyle değildir; ben giderek bütün öfkelerimi, tepkilerimi ve isyanlarımı bir zincirin halkaları gibi bugünkü halk önderliğine, PKK gerçeğine dönüştürdüm ve halk önderliğinde birleştiriyorum. Maalesef tecrübeli arkadaşlarımız dahi benim böyle bir halk önderliğini geliştirmek için nasıl yaşadığımı, bunun için çok müthiş bir çaba sergilediğimi, çok düşündüğümü ve adeta büyük bir düşünce savaşımı verdiğimi anlayamıyorlar. Bunu bilmeniz gerekir. Pratik siyasete atıldığımda, her gün ölümle burun buruna gelerek adım atıyordum. Eğer ben de sizin gibi tehlikeye gözümü kapamış olsaydım, bugün sağlıklı olarak buraya kadar gelemezdim. Biz PKK’yi ölümle burun buruna gelerek sırat köprüsünden geçer gibi inşa ettik. Partileşme halk tarihimizin ve insanlığın en anlamlı ifadesidir. Benim her yılım çok büyük bir savaş yılıdır. Bu büyük savaş yılını anlayamayanlar PKK’yi anlayamazlar. PKK’yi anlayamayanlar da asla savaşamazlar. Keşke bizim mücadelemizin yıl yıl anlama işini doğru başarmış olsaydınız! Halen hatırımdadır, bu çizgiyi kendi içimde, düşüncede resmen başlatmaya karar veriş sürecim 1972 sonlarıdır ve ondan sonraki her günüm nefes nefese bir çabayla geçti. Kaldırımları dershane gibi kullanıyordum. Yatakhanelerin ve tuttuğumuz bazı küçük evlerin -tek odada on kişi kalırdık- hepsini bir okula dönüştürdük. Derslerdeki tüm oturuşum mücadele anlamına gelirdi. Etrafımıza kim gelirse ideoloji saçıyorduk. 1973’te büyük bir cesaretle bu ideolojiyi dile getiriyordum. 1974’te daha cesaretle gruplaşmayı ortaya çıkardım. 1975’te resmi bir Yüksek Öğrenim Derneği’nde (ADYÖD) en önde gelen bir görev aldım. 1976’da büyük bir mitinge öncülük ettim. 1977’de Haki Karer yoldaşın şahadeti ardından ‘Program Taslağı’nı bizzat kaleme aldım. 1978’de artık PKK ismiyle ‘Kuruluş Bildirgesi’ni yayınlayarak bu mücadelede dönülmez bir adım attım. 1979’da güçlü bir eylem olan Hilvan-Siverek direnişçiliğiyle düşmana karşı resmi olarak PKK adı altında açık bir savaş ilan ettik. Başlattığımız bu sürece karşı geliştirilecek yönelimlerin ağır sonuçlarını kaldırabilmek için Ortadoğu sahasına açıldık. 1980’de 12 Eylül faşist darbesini göğüslemeye çalıştık. 1981’de tekrar ülkeye yönelişin pratik hazırlığını yaparak derli toplu bir konferansı Ortadoğu sahasında gerçekleştirdik. 1982 yılında ülkeye dönüşün hem teorik hazırlıklarını yaptık, hem de büyük bir çabayla hazırladığımız grupları –ki sayısı birkaç yüzü geçer- ülkeye taşırdık. 15 Ağustos 1984 Atılımı’nı zorla da olsa veya istediğimiz gibi olmasa da gerçekleştirdik. 1985-86 yılları arasında düşmanın dayattığı o büyük operasyona rağmen,15 Ağustos Atılımı’nı kesintiye uğratmamak için tekrar Ortadoğu sahasında çalışmaları derinleştirdik ve III. Kongre’yi gerçekleştirdik. 1987 yılı, bu sefer silahlı propagandayı aşan gerillayı kalıcılaştırma savaşımını verme ve ‘Olağanüstü Hal’ uygulamalarını boşa çıkarma yılıdır. 1987 yılı, ‘Olağanüstü Hal’in birinci yılında düşmanın bizi zindanda ve dağlarda bitirme planına karşı mücadeleye biraz daha derinlik ve süreklilik kazandırarak bir adım daha atma yılıdır. 1989 yılı gerillanın yenilmezliğini ve kalıcılığını bir kez daha kesinleştirme yılıdır. 1990 yılı, düşmanın bütün tasfiye planına karşı, serhildanları da ekleyerek gerilla ile serhildanı iç içe geliştirme ve mücadelenin yenilmezliğini ortaya çıkarma yılıdır. 1991 yılı düşmanın yeni bir arayışını, hükümet değişikliğini, hatta yeni bir darbeye yönelmesini mücadeleyle karşılama yılıdır. 1992’de bir ileri adımı daha oldu. Bu yıl Güney savaşımının aleyhimize gelişmesini önleyemediğimiz bir yıldır. 1993’te mücadele mevzilerinde taviz vermeden, düşmanın özellikle Güney hamlesini boşa çıkardık. 1994 yılı, düşmanın ‘ya bitecekler, ya bitecekler’ politikasını boşa çıkarma yılıdır. 1995’te de artık bu politikanın sahipleri bunalım içine atılarak geriletildi. Şimdi de yeni bir hamleyi nasıl hazırladığımı görüyorsunuz. Bir çırpıda bunları belirtebilirim. Ayrıca her yıl için önemli ideolojik cevaplar vardır: sömürgecilik tezlerini 1973’te bilince çıkardım, 1974’te bir gruba malettim. 1975’te ilk defa yazılı hale getirdik, 1976’da bildiriler biçiminde yaydık, 1977’de ‘Program Taslağı’na, 1978’de de ‘Manifesto’ya dönüştürdük. 1979’da broşürler haline getirdik. 1980’de Kürdistan’ın sömürge gerçekliğini, PKK ideolojisini ve politikasını daha kapsamlı olarak belgelendirdik. 1981’Politik Raporu’nda ise bunu kapsamlı ve sistemli bir biçimde yazdık. 1982’de ‘Gelişme Sorunları ve Görevlerimiz’ adlı değerlendirmeyle ortaya çıkan sorunlara cevap verdik. 1983’de kişilik problemini daha da derinliğine ele alarak çözmeye giriştik. Yine 1982’de ‘Kürdistan’da Zorun Rolü’ nü kaleme aldık. 1983’te Ulusal kurtuluş problemi ve çözüm yolu daha derinliğine işlendi. 1984’e çok geliştirilmiş bir politik raporla başlanarak, merkezileşme sorunlarına daha ağırlıklı yer verildi. 1985’te çeşitli konulara ilişkin çok sayıda broşür hazırlandı. 1986’da Kongre konuşmalarıyla birlikte karar düzeyi çok ileri boyutta çözümlendi. 1987’de çözümlemeleri daha derli toplu geliştirme süreci başlatılarak, hemen her yıl giderek derinleşen çözümlemelerle sorunlara cevap arandı. Bu çalışma hızından hiçbir şey kaybetmeksizin sürdürüldü ve günümüzde de her ay neredeyse birkaç ciltlik kapsamlı çözümlemelere ulaşılarak ideolojik yetkinlik en güçlü bir konuma getirildi. Bu yıllarda politik olarak da büyük adımlar atıldı. 1973’ün o dar grup adımı bile sömürgecilik politikasına indirilmiş büyük bir darbe oldu. Küçük bir ideolojik adım, politik etkilerin temelini atma anlamına gelir. Bu, sömürgeci ideolojiden ve onun sosyal şovenizminden kopuşun büyük bir adımı ve temel bir politik başlangıç oluyor. 1974’te grubun gelişmesi çok cesaretli bir politik tavırdır. İnsanlarımız artık köle olma politikası yerine, düşmanın birer esiri olmaktan kurtulup özgücüne dayalı olarak yaşama gücünü gösteriyorlar. 1975’te bunu daha da akıllı bir taktikle uygulayarak, solla değişik bir birliği geliştirip düşmanı yanıltarak çok önemli bir sıçramaya yol açtık ve kitleye açılmak için bir adım daha attık. 1976’da yine çok cesur ve düşmanı oldukça şaşırtan bir kitlesel gelişmeye ulaştık. Bu dönemlerde politik etkinlik ve Kürdistan halkının giderek yeni politikasının şekillendiği görülüyor.1977’de Kürdistan’da oldukça iyi yayıldığımız ve her tarafta bağımsız eylemin gelişmeye başladığı görülüyor. 1978’de buna ek olarak giderek gelişen silahlı politikayı, yani şiddet temelinde politikayı geliştirdik. Artık yerel işbirlikçiliğin korkulu bir rüyasıydık. 1979’da ortam adeta kasıp kavruluyordu. İşbirlikçilik ve geleneksel düşman etkileri karşısında müthiş bir politik güç haline geldik. PKK’nin kuruluşunun ilanı zaten yüksek bir politik eylemdi. 1980 yılında daha da tırmandırılan yönelime, biraz büyük silahlar da karıştırılarak yaygınlaştırılan bir savaş konumuna yol açılıyor. Bu, 12 Eylül faşist karşı devrimci darbesine yol açıyor. 1980-81 yıllarında geri çekilme ve uluslar arası alana açılma büyük bir politik adım oluyor. Bu adım isyanın ezilmemesi ve süreklilik kazanması için alınan ciddi bir politik tedbirdir. Yine Kürdistan tarihinde ilk defa bir isyanın yenilmemesi, tam tersine süreklilik kazanması için temel bir politik adımdır. 1982 yılında ülkeye yeniden dönüş, yurtseverlik temelinde çok köklü tarihi bir adım ve yüksek bir politik tavırdır. Çünkü her isyan daha sonra ardından bir iz bile bırakmadan yitirilirken ve giden de bir daha dönmezken, bu sefer ne isyanın sürekliliği engelleniyor ne de geriye gidenler dönmeme gibi bir olumsuzluğa düşüyorlar. 1983’te ülke içinde silahlı propaganda temelinde muazzam bir politikleşme dönemi başlattık. Bütün kitleler yeni bir politik döneme ve yeni bir tarihi döneme gözünü açıyorlar. 1984 yılı da bunun atılım yılı oluyor. 1985’te düşmanın bütün yıldırıcı seferlerine rağmen ulusal kurtuluş savaşından vazgeçmeme ve ulusal kurtuluş politikasını ısrarla dayatma gerçekleşti. 1986 yılı çok zorlu bir süreci aynı kararlılıkla sürdürme, Kürdistan’ın diplomasi ve siyaset alanlarında giderek nefes alma imkanlarını genişletme, içeride ve dışarıda artık yeni bir dönemin geliştirilebileceğini kanıtlama yılı oluyor. Tabii düşmanın da bu yıllara dayattığı provoke etme ve etkisiz bırakma yönelimlerine karşı politik taktiklerle aynı şekilde yanıt verme gelişiyor. 1989-90 yılları da devrimci yurtsever politikayı kitleselleştirme yıllarıdır. 1991-92’de mücadeleyi kitleselleştirmeyi, serhıldanlaşmayı daha da yükseltme söz konusudur. Yüksek devrimci bir politikayla politik bir sürecin içine girilmiştir. Kürt halkı tarihinde ilk defa çok büyük bir politikleşme sürecine tabi tutulmuş ve kitle temelinde birlik tutumu geliştirilmiştir. 1992-93’te savaş artık Güney’de ve Kuzey’de yayılmıştır. Bu dönemde PKK’nin politikası Kürdistan çapında ilgi görüyor ve kitleleri etkiliyordu.
PKK’ye dayatılan PKK’siz politika yapma anlayışı ve PKK’siz ulusal çözüm arayışları nihai darbeyi yedi. Her türlü işbirlikçi politikalar etkisiz kaldı. Bu güçlerin en son umudu 1992 savaşıydı. Ancak bu konuda alınan tedbirlerle bu umutları da boşa çıkarılarak PKK’nin yurtsever politikası kesin öncülük düzeyine ulaştı. 1994-95 yıllarında düşmanın ‘ya bitireceğiz, ya bitireceğiz’ adı altındaki imha politikası pratikte boşa çıkarılarak, yarattığı büyük şovenist dalga kırılarak, halkın umudunu yerle bir etme çabaları da önlendi. Türkiye ve Kürdistan kitlesinin de artık kaçınılmaz ve geri dönülmez bir biçimde devrimci yurtsever politikanın etkisi altına alınması ve onun temel bir gücü haline getirilmesi sağlandı. 1995’le birlikte tarihin en büyük operasyonlarına rağmen, devrimci yurtsever politikanın artık kitlelerden kopartılamayacağının anlaşıldığı, düşmanın bizi bitirdiğini ilan etmek için düzenlediği sahte seçimlerin tersini kanıtladığı bir durumu ya kaladık. Görüyorsunuz ki, her yıla böylesine muazzam politik gelişmeler sığdırılmıştır. Aynı zamanda bu yıllar taktik savaş yıllarıdır. TC’nin tarihinde her başkaldırıya ve her devrimci harekete dayattığı provokasyonlar vardır. Bu yıllar aynı zamanda sürekli provokasyonları dayatma yıllarıdır. 1972-73’te zaten ‘Türkiye Solu’nun kendisi de sosyal şovenist hareketleriyle bir provokasyon dayatması içindeydi. 1974 yılı onların etkisine karşı direnme ve giderek bunu örgütsel bir direnme gücü haline getirme, ‘ayrı ideolojiler, ayrı örgütlenme olamaz’ komplosunu boşa çıkarmaydı. 1975’te devletin özellikle Ankara’da bizi kendi kontrolü altına alıp etkisizleştirme amacıyla bizzat içimize kadar sızma taktiğine karşılık, 1975-76-77 ve ’78 yıllarında devletin bu taktiğini ona karşı bir silaha dönüştürdük. Tarihin en önemli gelişme adımlarını bu temelde atabilmek ve Ankara’dan sağlam çıkmayı başarmak önemliydi ve bunu başardım. 1978-79 yıllarında dayatılan Hilvan-Siverek komplosunu tekrar silahlı bir mücadeleyle karşılık vererek boşa çıkardık. ‘Türkiye solu’ eliyle dayatılan komploları boşa çıkardığımız gibi, aynı zamanda Kürt solculuğu adı altındaki sözüm ona KUK, ‘Beş Parçaçılar’, ‘Tekoşinciler’ gibi komplocu örgütleri de etkisizleştirdik. 1980’de bizzat 12 Eylül komplosu söz konusuydu, buna karşı zamanında tedbir alarak yurtdışına açıldık ve yine silahlı mücadeleyi doğru temelde geliştirme adımını attık. Aynı komploların yurtdışında da gelişmemesi için son derece inatçı bir savaş yürüttük. Semir komplosundan tutalım, neredeyse her yıl dayatıldığı gibi dayatılan kapsamlı bir komplo yılını daha boşa çıkardık. İçimize taşırılan düşmanın dolaylı veya direkt ‘ülkeye dönemezsiniz, PKK’yi yeniden kuramazsınız’ dayatmalarına karşı çok inatçı bir mücadele sergilendi. Provokatörler ‘bunların bir teki bile Kürdistan’a adım atamaz’ dediklerinde, ülkeye dönüş hamlesini yüksek bir biçimde başlatmayı gerçekleştirdik. Ülkeye ulaşır ulaşmaz dayatılan ‘Irak Komünist Partisi’ ve KDP’nin komplolarını önledik. 1984-85 yıllarında uluslararası dayanaklarıyla birlikte ‘Sol Birlik’ adı altında dayatılan, PKK’yi Avrupa’dan tecrit etme komplosuna karşı büyük bir savaş içine girdik. Hem ülkede, hem ülke dışında, hem de zindanda büyük direnişlerle karşılaşan bu komplo çabaları, yine büyük bir çabayla boşa çıkarılmaya çalışıldı. 1985-86 yıllarında özellikle başından beri sızdırılan kişiliklerle komployu sonuca götürme girişimleri karşısında yürüttüğümüz mücadeleyle, devleti tarihindeki en köklü başarısızlığa uğrattık. 1986’da artık komplo sahiplerinin teşhir ve tecridini kesinleştirdik. 1987’de bunlardan önemli oranda kurtulduk. 1987-88’de yeni komploları, özellikle zindan ağırlıklı geliştirilen komploları boşa çıkarmayla uğraştık. Yine dağlarda geliştirilen komploları da boşa çıkardık. Özellikle 1988’de neredeyse komploların tümünü tersine çevirdik. Devletin en çok umut bağladığı bu yılda, özellikle Avrupa’nın ilkel milliyetçiliğin gücüyle, hatta Kürt ve Türk solculuğuyla birlikte yürüttüğü bu komploları yenilgiye uğrattık. 1989’da bu anlamda komploculuğa büyük bir darbe indirerek partimizin önünü açtık. 1990’lara dayatılan zindanda başarıya ulaşmış komplonun elebaşını 1992’de parti içinde yakaladık, giderek teşhir ve tecridini gerçekleştirdik. Tabii bu işlerin hepsi çok büyük bir güç ve çözümleme kabiliyeti istiyordu. 1991’de de düşmanın, en üst düzeyde Özal’ın bizzat anayasa ilkesini bile gerektiğinde göz önüne getirmeyerek provokasyonlara yardımcı olma biçimindeki yaklaşımlarını etkisizleştirdik. Yine 1992 Güney savaşındaki komplo ve bunun içteki yansımalarını görmemiz söz konusuydu; 1993’te bununla mücadele ettik ve aştık. 1994’de içe dayalı komplocu etkileri tamamen aşma ve küçük komplocukları görüldüğü yerde ve zeminde silip süpürme işiyle uğraştık. Bu anlamda da tarihi boyunca komplolar ve darbelerle iş görmüş sömürgeciliği büyük bir başarısızlığa uğratma, PKK tarihinde çok çarpıcı bir biçimde başarılmıştır.
Bütün bu gelişmeler kongreler boyutunda da ele alınabilir. 1973 yılında grup olduğumuzu ilk defa ilan edip, gün yüzüne çıktık. 1978’de I. Kongre ile parti ilanını yaparak politik savaşımı karşılama kararı verildi. 1982’de II. Kongre ile birlikte ülkeye dönüşün kesin kararı verildi ve bunun adımlarının atılması gerçekleşti. 1986’da III. Kongre ile ’15 Ağustos Atılımı’nın sürekliliği ve gerillada ısrar kararlaştırıldı. 1990’da IV. Kongre ile gerillanın yaygınlaştırılması, bunun serhildanlarla bütünleştirilmesi, iç engellemelerin boşa çıkarılması ve ikili iktidar durumuna ulaşma sağlandı. 1995’te V. Kongre ile parti içinde olgunluğun yakalanması, ulusal birliğin sağlanması, iktidarlaşma ve ordulaşmanın sağlam zemine oturtulması ve savaşımın yenilgisini bekleyenlerin bunalıma sokulması gerçekleştirildi. Görülüyor ki, parti tarihi bütün bu konularda büyük bir savaşım tarihidir. Hepsinde de gelişme vardır ve bütün bunlar et ile tırnak gibi birbirine bağlıdır. Bu çalışmaların hepsi büyük bir ideolojik savaş ve bu savaşın dolaylı yansımaları olarak da değerlendirilebilir. Parti tarihini inceliyorsanız, bu yönlerini ana başlıklar altında kalın kırmızı çizgilerle beyninize kazımanız gerekiyor ki, sağlam bir tarih bilincine ulaşasınız. Kaldı ki her yıl için söylenecek ve yazılacak yüzlerce öykü ve roman var. Parti tarihinde üzerinde destan yazılacak birçok olay var. Biz bunların belki de yüzde birini bile yazıma geçiremedik, anlatamadık. Parti tarihi fazla bilince çıkarılmış ve yazılmış değildir. Üzerinde ne bilimsel ne de edebi çalışmalar fazla yürütülebilmiştir. Bu çalışmalar daha sahibini bekliyor. İleride koşullar elverirse, eminim ki her yıl için beş on ciltlik bilimsel, edebi ve diğer sanatsal değerlendirmeler ve çalışmalar ortaya çıkacaktır. Parti tarihine bu kadar kapsamlı yaklaşacak ve saygılı olacaksınız ki, bu büyüklükten payınızı alasınız ve bu büyüklükle yürüyesiniz. Bu büyüklükte ne kadar şehit var, ne kadar işkenceye karşı dayanma var, bunların adını bile söyleyemiyoruz. PKK fiiliyatta şehit kanıdır, işkenceye karşı direniştir, açlığa ve susuzluğa karşı direnme savaşıdır, büyük sabır, fedakarlık ve cesarettir. İnsanlık emelleri uğruna insanoğlunun tanık olmayacağı düzeyde, hiçbir bireysel çıkara yer vermeyen bir savaşımın adıdır. PKK tarihi, bir çok adsız kahramanın emekleriyle bugüne kadar getirilmiş bir tarihtir. Bu tarihi kesinlikle bu yüce değerlerin toplamı biçiminde görmek gerekiyor. Parti tarihini bütün bu değerlerin bir bileşkesi olarak yüreğinize ve beyninize kazıyamazsanız, hakiki bir PKK’li olamaz ve dolayısıyla büyük bir militan haline gelemezsiniz. Ben belki çok genel bir dökümünü yaptım; sizler mümkünse bu tarihin dökümünü katbekat daha fazla yaparak; PKK nedir, nasıl temsil edilir ve PKK’ye nasıl ulaşılır sorularına mutlaka yetkin cevaplar vermelisiniz. Aksi halde bu büyük tarihe hakaret etmiş olursunuz. Bu büyük tarihi böyle özümseyemezseniz, bu kadar büyük değere kesinlikle hakkını vermemiş ve layık olmamış olursunuz ki, bu da en sığ, en saygısız ve değersiz bir yaklaşım olur. Partimiz bu kadar yüce değerlere sahip olduğu halde bunları görmemek, hatta boşa çıkarmak, bireysel ve keyfi tutumları için kullanmak, üzerinde keyfi yönetimler geliştirmek veya tıkatmak ihanetten daha kötüdür. Hiç kimse hiçbir gerekçeyle parti içinde kendini böyle tutamaz. Bu yüce değerlere böyle yaklaşanlar çarpılır. Nitekim bunun örnekleri her gün ortaya çıkıyor. Bu tarih sıradan kullanılacak ve görmezlikten gelinecek veya görülüp de gerekleri yerine getirilmeyecek bir tarih değildir. Çünkü bu tarih bir iradedir, hem de en canlı yaşayan bir iradedir. Kim buna iradesini katmaz ve bu iradeyle kendini güçlendirmezse parti içinde savaşamaz. PKK büyük bir partidir ve çok geniş kapsamlıdır. Bu kadar çaba harcamama rağmen, PKK’ye layık olup olmadığımı kestiremiyorum. Unutmayın ki, biz çıplak yüreğimiz veya bireyciliğimizle savaşmıyoruz. PKK’de böyle bir savaşçılık yoktur. Bugün halen mücadeleyi yürüten ve bizi savaştıran güç bu partinin temel değerleridir, şehitleridir; birçok adsız kahramanın, köylünün, emekçinin ve aydının zindanda işkenceye karşı direnişidir. Bu değerler kutsaldır. PKK tarihinin her saatinin bir destan değerinde olduğunu kanıtlayabilir, PKK’nin her bir şehidinin de büyük bir kahraman direnişçi olduğunu belirtebilirim. Umarım partileşmeyi bu derinlikte ve bu kapsamda artık hem anlıyor, hem özümsüyor, hem de bir daha silinmemecesine bilincinize ve yüreğinize kazıyorsunuz. Parti her zaman en büyük değerdir. Şu anda halkımız, ulusumuz ve hatta insanlık için de onur duyulacak en büyük gerçeklik, PKK’de yoğunlaşan ve biriken bu gerçekliklerdir. Böyle bir partiyi aşındırmak, onun gereklerini yerine getirmemek gibi çok kötü ve lanetli bir duruma düşmek şurada kalsın, onu paylaşmak ve yaşamak en büyük tutku olarak hepinizde ifadesini bulmalıdır. Çünkü bu parti buna layıktır ve bunu an be an emreden bir partidir. Şehitlerin son vasiyetlerini kim unutabilir ve son nefes verişlerini kim göz ardı edebilir? O büyük direnişlerin anlamını kim unutabilir? Bu büyük zorluklarla, kıyamet kadar açlık, soğuk ve sıcakla savaşımı kim unutabilir? Bütün bu direnişler yüce amaçlarımız, insani amaçlarımız, ulusal ve sınıfsal amaçlarımız için gösterilmiştir. Bu konuda partililere düşen görev, en son temsilciler veya bayrağı en önde taşıyan militanlar olarak bu bayrağı yere düşürmemek ve daha da yükseklere kaldırarak karşılık vermektir. En önde savaşacak partililik veya partileşme böyle ifade edilebilir. Yoksa ‘partinin itibarı büyüktür, olanakları fazladır, onunla kendimi büyütür ve partiye dayatırım’ demek, bu partiye yapılacak en büyük hakaret oluyor. Partileşme, halk tarihimizin en yüce, ulusal kurtuluşun ve insanlığın da en anlamlı ifadesidir. Bu çok büyük bir direniş tarihiyle günümüze kadar başarıyla getirilebilmiştir. Yaşamımızı tamamen bunun içinde erittik ve ölümsüzlüğü bu parti içinde böyle geliştirdik. Buna katılan kişi en başta bu değerlere layık olmayı bilmelidir. Bu değerlere toz kondurmamalı, tam tersine daha da yücelmesi için katkısını sunmalıdır. Gerçek partileşme, PKK’lileşme böyledir. Böyle bir PKK’lileşme her zaman yücelmiş ve kazanmıştır. Kesin zafere gidecek PKK’lileşme de böyle olacaktır.
Reber APO
- Ayrıntılar
Büyük parti davamız, Amed’in Fis köyünde ne olduğu ve ne olacağı fazla belirgin olmayan bir grupla, en az donanımla ve fazla gelişkin olmayan iddialarla partileşmeye adım attığından günümüze kadar destansı diyebileceğimiz bir süreci yaşamanın adıdır.
Şüphesiz parti tarihimizin daha öncesi de vardır. 1973 baharı, partileşmemizin daha alt düzeyde rüşeym haliydi. Bu da ciddi bir adımdı ve daha sonraları her yılın kuruluş anlamında böyle bir yeri vardır. Nasıl ki her bahar yeşerme, filizlenme ve tohuma gelmede yeni bir yaşamın başlangıcıysa, partimizin her yılının da kesinlikle böyle bir anlamı vardır. Hem her yıl filizlenir, tohuma gelir hem de yalnız bir yıl için değil, ikinci yılda daha değişik bir ürün ve üçüncüsünde de daha değişik ve daha fazla ürün verir. Şimdi partileşmemizin on sekizinci yılındayız. Ürünleri çok çeşitlidir, hem de oldukça niteliklidir. PKK’yi bu zenginleşme içinde buraya kadar getirdik. Mücadelemiz salt ulusal kurtuluş ürünü, salt parti ürünü ve salt savaş ürünü değil, buna benzer bir çok ürün veriyor. Bugün sosyalizmin de en iddialı ürünlerini veriyor, kadın özgürlüğünün ürününü veriyor. Tarihte eşine ender rastlanan bir özel savaşa karşı ayakta durmanın ürününü veriyor. Karşısında tüm dünya da birleşse, zaferin kazanılabileceğinin imkanını ve ürününü veriyor. Bunlar, parti davasında iddialı olanların eşsiz hazineler olarak görüp değerlendireceği, sınırsız zafer umudu ve tutumuyla kendini silahlandıracağı büyük değerlerdir.
Parti davasının önemini anlayamamanız veya bütün kapsamıyla değerlendirip gereğini yerine getirememeniz, sizin için gerçek bir yetersizlik ve dolayısıyla bir üzüntü kaynağı olmalıdır. Bu aşamada, bu kapsamda parti ülküsü kadar hiçbir ülkünün ve değerli bir çalışmanın olacağını sanmıyorum. Ben çoğunuzun yaptığı gibi ne kitleler içinde, ne de sıcak savaşım alanlarında çaba harcama imkanına kavuştum. Ama bir parti üzerinde, bir partinin fikri örgütlenmesi ve özellikle kadro çalışması üzerinde yoğunlaştığımda ne destanlar yaratılabileceğini gösterdim. Bundan daha değerli bir çalışma olamaz. Çok zor koşullarda yürüttüğümüz bu çalışmanın bile nelere kadir olabileceğini şimdi görebilirsiniz. “Parti davası çok büyük bir olaydır, partileşmek en büyük bir güçtür” diyeceksiniz. Tüm gücümü partileşmekten alıyorum, benim başka güç kaynağım yoktur. Parti üzerine yoğunlaşmak, partinin ilkelerine göre yaşamak ve partinin örgütleşmesine güç vermek tüm güçlerin esasıdır. Bu çok açık. Parti kadroları olarak çalışmalara yüklenmek ve etkili olmak istiyorsunuz. Bunun yolu partileşmek ve ilkelerin gerekli kıldığı tarza ulaşmaktır. Bunu gösterdiğinizde güçlüsünüz. Bu ülkede, ordu içinde ve hatta tüm düşmanlarımıza karşı güçlenmenin başka yolu düşünülemez. Önderlik çizgisinin gücü, partileşmenin yoluna kendini yatırmanın gücüdür. Daha da açarsak; Önderliğin ilkeleri, bu ilkelerle tutarlı çabaları ve bu çabaları yerli yerinde, ustaca sergilemesi var. İşte Önderlik, işte başarı!
Son zamanlarda, “parti ölçüleri de, gerilla da aşındı, yurtdışında Avrupa’da yaşam aşındı” diyorsunuz. Bir PKK kadrosu için bu sözleri söylemek, söyleyip de acı duymamak, acı duyup da kendisine karşı savaşmamak kadar tehlikeli bir tutum olamaz. Ama ne yazık ki, sadece bunları söylemekle yetinmiyor, olumsuzu da yaşıyorsunuz. Bana göre kaybetmenizin en temel nedeni budur.
PKK’nin bütün şehitlerinin anısına belirtirim ki, partileşmek kadar değerli hiçbir çaba yoktur. Parti ölçülerinde ısrar, parti yaşam tarzında ısrar, parti görevlerinde ısrar, cephede kazanacağınız en son nihai zaferden bile daha değerlidir. Nihai bir zafer gelip geçicidir, belki ardından bir yenilgi de gelebilir, ama kapsamlı bir partileşmenin önünde her zaman başarı vardır ve bu başarı süreklidir. Kapsamlı partileşen nihai zafere kadar kazanır. Onun için zafer kişiliğinde ısrarlı olan, öncelikle partileşmenin tüm gereklerine ulaşmalıdır. Buna anlam vermek için fazla söze gerek yok. Benim pratiğime bakın; daracık bir yerde ve çok kısıtlı olanaklarla yürüttüğümüz parti çalışmaları bugün bizi nereye getirdi, nerelere taşırdı. Başarılarımızın ne kadar olduğunu hesaplayabiliyor musunuz? Parti tarihinden öğreneceğiniz en temel husus; bütün başarıların sırrı partileşmededir, partinin ölçülerine, tarzına, temposuna, ahlakına sahip olmada karar vermededir ve bu kararda ısrardadır.
Parti tarihinin dönemleri, her yılı ve hatta her saati vardır. Her bir saati kesinlikle diğerinden daha değerlidir. Bir zincirin halkaları gibi sürekli göğe yükselen helezonvari sütun gibi hep birbirini ilerletir, amacına ulaşıncaya kadar dur-durak bilmez, kopukluklar, sistemsizlikler yoktur, tarz-tempo kesindir, düşmanın ulaşamayacağı ve dağıtamayacağı kadar güçlüdür. Küçük bir tohum olarak serpildiğimizde onun çürümemesi için gereken yapılmış, en önemlisi de düşmandan korunmuştur. Yani bu tohum sert bir rüzgardan kurak kalıp çürümekten korunmuştur. Bu, üzerine titreyerek, bir ananın çocuğuna olan bakımından daha fazla bakarak gerçekleştirildi. İdeolojik çalışmayı bunun için geliştirdik. Düşman tehlikelerinden uzak olmak için gizli tuttuk ve bu başarıldı. İdeolojik gelişme süreci kesinlikle olmazsa olmaz kabilinde bir süreçti. Ondan önce bu halkta sadece kendinden utanç duyma vardı. Toplum, bireylerine kadar parçalanmıştı ve dolayısıyla zayıflığı vardı. Toplumda iddia, karar ve bir araya gelme hiç yoktu. Kardeş kardeşi bile kabul etmez ve bir arada bir saat tutamazdı. İdeolojik hamle sürecimiz buna bir son verme süreciydi. Yıllarca inkar edilmiş “ben bir daha sana gelemem, ben bir daha seninle yaşayamam” denilen toprağımıza ve insanımıza bir bakıştı. Birbirlerine hain gibi bakanların dost gibi bakmaya başlamalarıydı. Birbirlerine müthiş yabancılaşmış olanların tanışmışlığa gelmesiydi. İşte ideolojik gerçeklik budur ve bu bakış yaratıldı. Dost bakışı, birlik bakışı, ruh yakınlığı ve ülke bakışı oldukça önemlidir. Yürümeden önce bakacak, yapmadan önce de göreceksiniz. Bunlar olmadan tek bir adım bile atılamaz.
Örgütlenme yürüyüşe geçmedir; bakış açısı yaratıldıktan ve verilmesi gerekenler tespit edildikten sonra ona yürümedir. Toprağa ve halka yürüyüş tek kişiyle değil, ancak örgütle olur. Bakışlarımızda tutarlıysak görmemiz gerekenlerle birlikte yürüyeceğiz. Çünkü ulusal amaç, bir avuç hainin ve onda ısrar edenlerin dışında herkesin amacıdır. Özgürlük, bir halk içindir, herkes içindir ve dolayısıyla herkesin yürüyüşünü gerektirir. Örgütün gereklerini yerine getiremeyenler yalancıdır; örgütle yürüyemeyenler hem bakış, hem de yürüyüş yoksunudur. Bu kişiliklerin ülkesine ve halkına bakışı yoktur. Bunlar kördür, kendilerini körce veya sersemce yürütebileceklerini sanırlar. Biz bu yılları kısa aralıklarla yaşadık.
1980’lere merdiven dayadığımızda, toprağa yürüyüş ve halka ulaşma asgari düzeyde gerçekleşmişti. Bu, ideolojiden politikaya aşama yapıldığı, politikanın doğru olduğu, halk yürüyüşünün gerçekleştiği ve politik anlamda özgürlük savaşımın artık başladığı anlamına gelir. Bakış açısını yok eden, “senin ülken ve halkın yoktur” diyen güç, bakışın oluştuğunu ve politikanın başladığını görünce, tek ferdimiz kalıncaya dek bizi yok etmek için bize karşı faşist bir süreci geliştirdi. 12 Eylül son tahlilde bu bakış açımızın ve halk yürüyüşümüzün yok edilmeye çalışılmasıdır. Bu savaş, büyük ve özel bir savaştı. Biz, 12 Eylül’ün ayak sesleri geldiğinde yurtdışına çıktık. Yürüyüşümüzün kesilmemesi için bu bir taktikti. Taktisyenler, ayak sesleri bile çok uzaklardan gelirken, bizim neden bu adımı attığımızı kendilerine sormalıdırlar. 12 Eylül’ün ayakları altında nasıl ezilmeyeceğiz diye adeta iliklerimize kadar titriyorduk. Sorumluluk duygusu budur. Yüreklerimizin, bu bakış yok olmasın ve bu yürüyüş kesilmesin diye nasıl sık attığını acaba düşünebilecek misiniz?
Bu süreçte yakalanırsam kopan sadece benim yüreğim olmayacak, bir halkın yüreği olacaktı; karartılan bakışlar sadece benim bakışlarım olmayacak, kendi toprağından özgürce ve ulusalca bakması gereken bir halkın bakışları olacaktı. Bu nedenle kendimi korudum; korumak ve yaşatmak için de kendimi iğne ucundan geçirme taktiğini uyguladım. Bunun için dur-durak, kendini yere atmak ve ucuz ölüme terk etmek olmazdı. Çünkü bende gören göz artık bir halkın gören gözüdür, bende atan yürek bir halkın yüreğidir. Buna nasıl ihanet edilebilirdik ki! Eğer gerçek böyleyse, milyonlar yüreğinizde atıyorsa, gözleriniz milyonların gözleriyse ve büyük görüyorsa; o kişi duramaz ve görmezlik edemez. İşte biz böyle yaşamaya başladık. Partinin bakıştaki iddiası ve soluksuz yürüyüşü böyle anlamlıdır. Gelişmeyi biz böyle sürdürdük. Çoğunuzun halen anlamadığı bu gerçeklik, bizim yürüyüşümüzde veya partimiz adına bende böyle gelişti ve böyle anlam buldu. Halen bu bakış açısına ve yüreğe sahip olamayanlarınıza şaşırıyorum. Bu, ne kadar acı ve ne kadar iflah olmaz bir durum. Partimiz adına yapılanlar düşman çizmesiyle yerle bir edilmek istendiğinde, buna karşı bir savaşçı yetiştirmek için canımızı dişimize takıyorduk. O süreçte arkamda yer alanlar, “bir daha ülkeye dönüş mü” diyerek dalga geçiyorlarmış. Kendini en fazla sorumlu tutması gerekenler böyleydi. Fakat yapılacak başka bir şey yoktu. Bir savaşçı yetiştirmek için o zamanlar bunun dışında bir şeyle uğraşmak mümkün olamazdı. Her şey oradaki ısrara bağlıydı. Tarihi kaybetmek istemiyorsanız, yüreğinizin sökülüp kurutulmasını istemiyorsanız savaşta ve savaşçıda ısrarlı olacaksınız. Hiç kimse bunun anlamını bilmedi, “neden bu arkadaş bu kadar ısrarlı” demedi. Israrlı olmak gerekirdi, çünkü bu başarılmasaydı geriye hiçbir şey kalmıyordu.
Şimdi sizin bakışlarınızda ve yürek atışlarınızda bu noksanlığı görüyorum. Çokça söylendiği gibi, trene bakan gibi mi, mandanın yürek atışı gibi mi sorularını soruyorum. Eğer benim gibi bakılsa ve duyulsa, eminim ki o çabanın önünde hiçbir engel duramaz. Hele parti görevlerinde, savaş görevlerinde böyle başarısız ve çaresiz de kalınamaz. En çok hayıflandığım bir konuda budur. Bunlardaki bakışlar kimin, bu toprağa nasıl gitmişler? Özgürlükle iç içedirler, ancak bir keçi kadar bile orayı sevemiyorlar. Cudi dağındaki keçinin Cudi dağına sevdası daha fazladır. Ama oradaki gerillanın bu dağlara bağlılığı henüz gelişmemiştir, buna öfkeliyiz. Yürekleri sanki manda yüreği kadar duyarsız. Orada bir tarihin canlandığını, orada bir özgürlüğün adım adım geliştiğinin farkında bile değiller. İşte hayıflandığımız durum budur. Buna hiç mi hiç saygılı olamadılar ve her zaman büyük öfke ile karşıladılar. Bana göre bu büyük bir suçtur.
Siz savaşanlar bunun bizdeki hikayesinin nasıl geliştiğini bile bilmiyorsunuz. O zaman hangi yürekten bahsedilebilir? Bizim bakış açımıza dahi ulaşmamışsınız. Böyle olunca bakışlarımız size hiç güç veremez ve onun sonucu olarak da tarzınız-temponuz düşer. PKK’yi anlayamadınız, PKK’nin bizim tarafımızdan yürütülüşünü göremediniz, duyamadınız. Onun için şimdi de fitne-fesat topluluğu haline geldiniz. Bu da bize yapılabilecek en büyük kötülüklerden birisiydi. Sizin bu bakışsız ve yüreksiz yaklaşımlarınızdan dolayı çektiğim zorlukları ve buna duyduğum öfkeleri düşmanın en büyük seferlerine karşı bile duymadım. Hele hele ülkeye adamakıllı yerleşmenin, onun havasını solumanın, sadece ülkeyi görmenin değil onu yaşamanın da gerçekleşmeye doğru gittiği, halkla kaynaşmanın ve bayramlaşmanın imkan dahiline girdiği bir süreçte halka dayatmalarda bulunmanız, sanki ülke yaşanılamayacak ve kaçılacak bir yermiş gibi davranmanız kadar beni öfkelendiren hiçbir tutum yoktur. Bu en lanetli tutumdur.
Biz o yıllarda tarihimizin en önemli ve bizim için tek yaşam yolu olan savaşımı başlatmıştık. 15 Ağustos Atılımı’nın öncesi ve sonrası öyle nefes nefese geliştiriliyordu ki, bunun tüm zorlukları benim için bir hiçti, hatta zorluklar beni daha da kamçılıyordu. Ancak bazıları “bu çabaların üzerine nasıl konulur, onların ürünü nasıl ele geçirilir” diyordu. Bu ne vicdansızlıktır, bu ne saygısızlıktır. Savaşı anlamamak, savaşın tarihini böyle anlamak ne kadar büyük bir yanlışlık, büyük bir yürekten yoksunluk, saygıdan uzaklık ve verilen çabayı hiç anlamamaktır. Sizler bunu nasıl yaptınız? Savaş komutanları, savaş birliklerinin başında yer alanlar neden bunu anlayamadılar? Savaş tarihine hiç anlam vermemek, bir silahın elde edilişinde kimlerin ne kadar rol oynadığını, onlarca silahın nasıl temin edildiğini, bir savaşçının yetiştirilmesi için yıllarca sürdürülen çabayı, bir ülke uğruna günde beş-on kişiyi kaybettiğimizi bilmemek sizi ancak lanetli yapar. Bu anlamda siz, parti tarihini anlamak şurada kalsın, adeta kara bir leke gibi ortamımızda yer işgal ediyorsunuz.
Partinin savaş tarihini anlamamak büyük vicdansızlıktır. Oysaki bu süreci başlatmamız mucizevi bir olaydı. Tarihte hiçbir Kürt isyanı bir kaç aydan öteye gidememiş ve hepsi de baş aşağı gidişin bir adımı olmuştur. Bizim başlattığımız mücadeleyle ilk defa giderek yükselen ve başarı umudu veren bir süreç yakalanmıştır. Bunun en büyük sorumlulukla değerlendirilmesi, bir yapı taşı da benden dercesine bir çaba gösterilmesi gerekirken, “savaş kurallarını gevşetelim, olanakları çarçur edelim, bu komutanlık sayesinde kendi güdülerimizi tatmin edelim” dediniz. Bu en büyük düşkünlüktür. Adı, ünü ne olursa olsun, eğer tarih bir gün bana sonucu gösterirse, zaferi yakalamış birileri dahi olsalar bu kişilerden hesap soracağım. Daha önceki yıllarda o kadar şehit gömülmüş ve o kadar umut dirilmiş ki, bunlara hakkını vermemek mümkün değildir. Bu anlamda, bu yıllara anlam verip vermediğiniz konusunda kendinizi gözden geçirin.
Karşımızdaki özel savaş fırtına gibiydi. Çok iyi biliyorum ki, özel savaşın arkasındaki güçler şunu söylüyordu; “bunları bin yıldır yerle bir ettik, ama daha ölmemişler, içlerinden başkaldıranların ve ‘ben yaşamak istiyorum’ diyenlerin başını ez.” Bin yıllık tarihleri onlara bunu dayatıyordu. Sırf o olumsuz tarihi kurtarmak için bir hücum dalgası daha; küfürle, savaş tarihinde hiç yeri olmayan özel savaş yöntemleriyle yüklen ha yüklen! Şunu belirtmeliyim ki, “savaşmak istiyorum, gerilla olacağım” diyenler, eğer bize ve kendilerine saygı duymak istiyorlarsa, düşmanın bu dalga dalga gelişimini görmelidirler. En önemlisi de büyük emredici olarak uyanan yaşam umutlarına mutlaka sahip çıkmak ve ölümcül olan yanlışı, yetersizliği de gidermenin büyük çabası içinde olmak gerekiyor. Bunu yaşamadan, bunun gerekliliğini hissetmeden nasıl savaşacağınızı sanıyorsunuz? Yürekleriniz neden böyle kaskatı kesilmiş? Utanmadan, sıkılmadan halen karşımıza bir savaş adayı, hatta komutan adayı olarak dikiliyorsunuz. Sıkça bunlar da kim diye kendi kendime soruyorum.
Kendimi dağlara sizin gibi taşırma ve geniş halk yığınları içine girme imkanım da olmadı. Ama küçük bir mevzide kolay kolay zapturapta alınamaz yaşamımı davamız uğruna yatırdığımda neler yaptım. Peki siz ne haldesiniz? Bunları değerlendirmeniz gerekiyor. İyi bir komutan, hele namuslu ve şerefli bir savaşçı olmak kolay değildir. Eğer savaşa inanıyor ve “savaşa varım” diyorsanız, hesap verecek bir durumunuz olmalı. Ben hatırınızı kırmamak için sizleri kovmuyorum. İnsanları kovma gibi bir özellik benim tabiatımda yok ve kimse de beni kovamaz. Savaşın şerefiyle, onuruyla, amaçlarıyla ve sizdeki tarihiyle oynuyor, hatta bunu görmezlikten geliyorsunuz. Ben bunu kabul edemem. Bana biraz saygınız varsa bunları anlamak zorundasınız, ancak anlamıyorsunuz. Size açıkça gösteriyorum ki, bu savaşı belirttiğim çerçevede yürütüyorum, öyle sandığınız ve kendinizi aldattığınız gibi değil.
Görkemli On Sekiz Yılımız Amansız ve Aydınlıklı Mücadele Yıllarıydı
PKK tarihi çok kapsamlı ve yeniliklerle dolu olduğu için, en önemlisi de PKK tarihini anlatılmaz kıldığınız için onu anlatmaya gücüm yetmiyor. Bu büyük tarihe yanaşmadığınız, bu büyük tarihi kirlettiğiniz ve hataya bu kadar müsait olan çarpık kişiliği dayattığınız için size öfkeleniyorum. Size rica ediyorum, bir an önce bu tarihin önünde engel olmaktan çıkın, çünkü hızımı kesiyorsunuz. Yoksa bu tarihin önünde ezileceksiniz. Bu tarihe göre yiğitlik mümkün değil mi? PKK’nin her birisi bir abide değerinde anlam ifade eden bu kadar şehidi olacak, bunun karşısında sizin bu kadar çarpıklığınız olacak! Bir halkın yaşam olanağı bıçak altında olacak, buna karşın siz bu kadar duyarsız olacaksınız! Olanaklar savaşı bu kadar amansız olacak, siz bunları bu kadar çarçur edeceksiniz! Bu değerler karşısında böyle kolay duruşa geçilmez, hele sizin gibi hiç durulmaz. Bu kadar hatayla, yetmezlikle parti davasında kalınmaz, kalınırsa size, “düşmanlık yapıyorsunuz” denilir. İnsan bu tarihe karşı nasıl düşmanlık yapar? Eminim ki, düşmanın bir ajanı burada olsaydı, ben onu yüreklendirir ve kendimle yürütürdüm. Dolayısıyla, PKK tarihine doğru dönüş yapacak ve doğru anlam vereceksiniz. Bu yıldönümü dolayısıyla çok açıkça belirtebilirim ki, bu tarihe böylesine bir dönüşü yapmayanlara ve hakkını vermeyenlere benim hiç saygım olmadığı gibi, metelik kadar değer bile vermeyeceğim. Parti tarzına göre olmak benim için her şeydir. Böyle olan benim yüreğimdir, ruhumdur ve sevgimdir. Biz zaten bunlar için varız. Başka türlü bizi kimse kullanamaz ve kimse bu değerleri paylaşamaz.
1990 sonrası, halkın mücadeleye daha köklü kalkışması ve cesaret etmesi vardır. Serihildanlar döneminde ARGK’nin, yani ordumuzun hızla elli binlere tırmanma imkanı doğduğunda artık bu, yüreğimize sığmıyor ve çalışmalarda sınır tanımıyorduk. Şu daracık sahamda dört bin kişiyi eğitiyorum. Yurtdışının çok az imkanları var. Siz ülkedesiniz, ülkenin her bölgesine akın akın savaşçı geliyor; kitlelerle de iç içesiniz, ancak kitleyi uzaklaştırıyor, kaçırtıyor ve çok kolay imha olmalara terk ediyorsunuz. Bu tarihte bunun kadar öfke verici bir şey düşünülemez. Düşman bu yıllar için daha yeni yeni şunu itiraf etti; “1992’lerde Kürdistan’ı kaybetmiştik.” Karşımızdaki kontrgerillacıların tüm iddiası şu; “biz kaybedilen Kürdistan’ı yeniden kazandık.” Buna kim yol açtı? Gerçekten kazanmaya doğru giden bu Kürdistan’ı ve bu devrimi kim kaybetti? Bunu ciddiyetle kendinize soracak mısınız veya tarih karşısında kendinizi sorgulama cüretini gösterecek misiniz? Bu büyük kazanmanın imkan-olanaklarını görme ve gerektiği kadar bunu işleme görevini anlayacak mısınız? Bu görevi yapamadığınızda düşmana nasıl kazandırdığınızı görecek misiniz? Bunları görmeden yürek büyütülemez, düşünce geliştirilemez, askeri stratejiye ve taktiğe anlam verilemez. Ne yazık ki, bu yaramaz ve yetmez kişiliğinizle bu tarihi her yerde kırk defa yenilgiye uğratacak hale getirdiniz.
Yıllık çalışma bilançom; yalnız bu sahada binlerden aşağı olmayacak savaşçı ve PKK kadrosunu yetiştirmeye çabalamak ve tabii bir de bunları silahlandırmaktır. Dünyadaki hiçbir kurtuluş hareketinin tarihinde bu görülmüş müdür? Bütün yurtdışı alanlarında çalışan önderlerin örgütlediği insanların sayısı yüzü bulmamıştır. Oysa ben bu süreçte kendi elimle yalnız otuz bini aşkın insan yetiştirdim. Bu işe meteliksiz başladım, ancak daha sonraları trilyonlarla para harcayarak hepsini silahlandırdım. Sizler ise, “ne de olsa yağmur gibi olanak ve savaşçı geliyor” diyerek bu imkanları çarçur ettiniz. Bunu Botan’da, Amed’de, kısacası her yerde yaptınız. Şimdi bazıları Güney’de bunu yaparak, o yaramaz ve sefil ruhlarını sözüm ona orada doyuracaklar. Her yıl dayattığınız yenilgileri size rağmen karşılayarak dayandık. Benim için savaş bitmedi, tam tersine geçen savaşları bir hazırlık süreci olarak değerlendiriyorum. Diplomasiden savaş cephelerindeki çalışmalara kadar her şey bir hazırlıktan ibarettir. Ve kendimi bu hazırlıklar temelinde yeniden mücadeleye verdim.
Düşman benimle savaştı, siz de ağırlıklı olarak düşmana karşı savaştınız. Bu konuda emeğinizi inkar etmiyor, tam tersine çabanızı sizden daha fazla takdir ediyoruz. Bizim öfkelendiğimiz husus, kendinize yaptığınız saygısızlık ve emeğinize değer biçmemenizdir. Bu konuda öfkelenmenize hiç gerek yok. Kendisine saygısızlık edenlerin ancak kendisiyle savaşma hakkı vardır, vereceği hiçbir sözü de yoktur. Biz bu anlamda sizlerle de savaşarak hazırlıklı hale geldik. Düşmanın bugün çıldırdığı bir konuma gelmesinde benim tarzım sonuç almıştır. Daha düne kadar, bizzat düşmanın içinden gelen bir bilgi şuydu; “Devleti de toplumu da bu hale getirenler başarısızlar, sizin kişiliğinize suikast yaparak kendi kurtuluş yollarını arıyorlar, aman kendinize dikkat edin. Kire bu kadar bulaşmış olanların aklanmaması için kendinizi yaşatın.” Bunu siz değil, düşman cephesinden biri belirtiyor. Biz bu savaşı biraz böyle geliştirdik. Kirli savaşın yürütücüleri kendi toplumuna, hatta kendi devletinin de başına bela getirerek bu sonuca ulaştı. Büyük insanlık savaşımımız, kendimizi büyük inatla buraya kadar getirişimiz düşman cephesini parçaladı ve kirli savaşçıları kendi içlerinde bile taşınamaz bir yük haline getirdi.
Düşman çözülüyor, eğer siz yanlış tutumlarınızla yardımcı olmazsanız yenilecekler. Bu da kaçınılmaz bir yenilgidir. Düşmanın en çok umut bağladıkları sizlersiniz, “mücadele eden bir kişi var, onu öldürürsek bizim savaşmamıza hiç gerek yok, geriye kalanlar zaten kendileriyle savaşıyor” diyorlar. Zaten siz, Ana Karargahımızda bunu kanıtlamadınız mı? Halen bazı raporlarda, “bölüğü dağıtıyorlar” deniliyor. Bugünkü düşman basını bile bunu söylüyor. Kirli özel savaş çetesinin en büyük umutları sizler oluyorsunuz. Benim ölüp ölmemem veya ben ölsem de savaşın yürütülüp yürütmemesi ayrı bir konu. Savaşımımızı kendi ölümümüzle sınırlamıyoruz. Ama düşman için böyle umut olmak sizin için en büyük ayıptır, şerefsizliktir. Bu durumunuzdan kurtulmanın tek yolu bir an önce bu düşmandan kurtulmaktır. Hiç kimse “bu kadarı banadır, bu kadarı bana değildir” demesin. Herkes bu suçta çok büyük bir sorumluluk payına sahiptir.
Siz fazla yorgun değilsiniz, çok genç ve oldukça atılım yapabilecek durumdasınız. Hem büyük bir şansa sahip, hem de savaşın olanaklarına hakimsiniz. Fakat bunun üzerine bu son yıllarda görüldüğü gibi, “ele geçireyim, kendimi yaşatayım” diye hesap yapılmaz. Bunun düşmanın yapamadığını yapmak anlamına geldiğini zaten düşman size söylüyor, ben söylemiyorum. Bu, savaş hainliğinden daha kötüdür. Çok özel bir kontra bile, iç cephede karşıt savaş yürütme ve bizi bitirme işini bundan daha tehlikeli yürütemez. “Keyfimiz, benliğimiz, yaşam hakkımız” diyeceksiniz, böyle yaşam hakkı, böyle bencillik mi olur? Bu yaptığınız bencillik bile değil, güdülerine körce takılıp gitmektir. Bu kadar küçük amaçlar için savaşılır mı? Sizin suçunuz bu kadar bencil davranarak savaşta yalnız kendi komutanızı görmek, savaşın tümünü görmemektir. İliklerinize kadar böylesiniz. Böyle savaşılmaz, bu olsa olsa düşman adına savaşmadır. Düşmanın bu kadar bel bağladığı kişiler artık benim için değersizdir. Halkların huzuruna başarıyla çıkma, halkların tarihine, hele bizim halkımızın biricik özgürlük umuduna böyle başarıyla yaklaşma imkanı doğmuşken, siz kimin adına böyle kalabilir, kimden bu cesareti alabilirsiniz? Bunun kör bencilliğinizden, egoizminizden başka bir izahı var mı? Çok çürümüş, bitmiş tükenmişliğinizden başka bir izahı var mı? Düşman buna umut bağlıyor, çürüyen ve dökülen düşmana böyle umut olmak kimin haddinedir.
Demek ki, çok zor olduğu kadar anlamlı olan önümüzdeki bu tarihi savaş sürecine önderlik tarzımızda yürürken, böylesine görkemli olan mücadele tarihimizi arkamıza almışken, özel savaş cephesinde de insanlık suçu işleyen bu düşmanı karşımıza almış ve bu laneti yok etmek üzereyken herhangi sıradan bir savaşçı gibi, hele hele birçok hata işleyen bir komutan gibi olmanın izahı yapılamaz. Sonuna kadar yenme azmimi, kararlılığımı, en azından verdiğim emek kadar çabamın amansızlığını, tecrübemin gücünü ve bizzat kazandığım mevkileri göz önüne getirerek bu sürece varım diyorum. Sizler de bu işin komutasız olmayacağını düşünüyor ve “başsız yürünmez” diyorsanız, o halde benim varolma tarzıma göre “varım” diyeceksiniz. Özellikle orduda bu kesinlikle böyledir. Yetki alıp kendinizi yaşatmayı asla bir daha değil dilinize, beyninize bile getirmeyin. Bu yetersizliklerle ve yanlışlıklarla değil bizden izin almak, semtime bile uğramayın.
Burada şunu görüyorsunuz; biz parti davasında da, ordu davasında da zayıf değiliz, hükmetmeme gibi bir konumda da değiliz. Bunu görmeme gibi bir durumunuz yok. Size büyük bir şans verilmiştir, oysa siz bunu yanlış anlıyorsunuz. Özgürlük davası öyle kolay değildir. Tarihin bu adlaşma süreci sıradan bir süreç olarak ele alınamaz. Bu mücadelenin iki kelimelik fikri bile beni büyük heyecana getirdi ve mücadele öyle başladı. Bugün başarı bu kadar gerçekleşmeye doğru gitmişken, insan hiç heyecansız durur mu, hiç hücumsuz kalabilir mi, anlayışsız olabilir mi? Bu dönemler kartal kanatla uçma dönemidir. Bu dönemler, yüreğin sonuna kadar haykırdığı ve yaşama hakkına hiçbir dönemde bu biçimde yaslanılmadığı bir dönemdir. Bu dönemler bayram dönemleridir. Sadece ulusal amaçlarımız için mücadele etmiyoruz, sosyalizmimiz dünya halklarının ilgisini çekiyor. En köhnemiş kapitalist ülkelerin aydınlarında bile bir umut yaratıyor. Katliam altındaki bir halkın devrimini başarmakla kalmıyor, en gelişmiş uluslardaki umutsuzluğa da umut oluyoruz. Parti ve savaş gerçeğimiz budur.
Bu şanlı on sekiz yıla büyük değerler sığdırılmış ve en önemlisi de büyük bir patlamanın özgürlük şafağının çarpıcı aydınlığına gelip dayanılmıştır. Her kim ki bunun heyecanını yürekte duymuyorsa, o büyük bir sefil veya münafıktır. Ona hiçbir derman artık çare olamaz. Ama insanın yaşamla, halkıyla ve insanlıkla bağı varsa bu dönemler bayram dönemleridir. Biz bunu, yaşamı bir sigara dumanından veya insanlığın o ilkel dönemlerdeki toplayıcılıkla karın doyurmadan ibaret görmeyenlere söylüyoruz. Ve insan olmanın yüce değerlerine sonuna kadar sahip çıkmanın bir gerçekleşmesi olarak anlam veriyoruz. Bu yılların mücadelesinde haklıyız, haklılığımızı bu yılları kazanıp mücadelenin ürünlerini çok zenginleştirmekle ve bollaştırmakla gösteriyoruz. Mücadele etmenin fikri güzel, maddesi güzel, bundan daha değerli ne olabilir ki. Öfkesi yerinde, sevgisi yerinde, bundan daha yerinde olan ne olabilir ki. İşte size böyle bir yücelikler dünyası veriliyor, bundan daha yüce ne talep edilebilir ki. Parti bu kadar büyüktür ve bunları size, en çok hayata geçirmek isteyenlere sunmuştur. Bundan daha değerli armağan ne olabilir ki. Bunu anlamayan, takdir etmeyen, çok bireyci ve keyfince güya yemek isteyenler kadar zındık olan, hırsız olan kimdir.
Sizlere sunulan şehitlerimizin kanıdır, böyle yüceltilen değerlerin altında yatan adsız milyonlarımızın emeğidir. Bunun kadar kutsal karşılanacak bir değer var mıdır; bu değerlere kadir bilmezlikle hiç yaklaşılabilir mi? Görüyorsunuz ki, parti tarihinin bu on sekiz yılı görkemli, amansız, öfkeli, aydınlıklı, savaşlı, başarılı ve trajik olaylarla geçmiştir. Bunların hepsini iç içe yaşıyoruz. Önümüzdeki günlere büyük bir aydınlıkla ve büyük bir başarı umuduyla ulaşılacaktır. Bu temelde sizleri, tüm PKK’lileri ve onun dostlarını, tüm halkı, her cepheden savaşanları böylesine büyük bir dava partisine, yenmeye doğru ve yenilmezliğe götüren partiye sahip çıkmaya, onun başarısı için bütün yeteneklerinizi bir kez daha göstermeye, imkan-olanakları doğru parti taktikleriyle, en başta onun savaş stratejisi temelindeki gerilla taktikleriyle, döneme uygun planlanmış hazırlık tarzıyla karşılamaya çağırıyoruz. Mücadelenin birinci dereceden sorumluları olarak en başta parti militanlarını bu süreci ideolojik, siyasi, örgütsel yaklaşımlarla karşılamaya; parti içinde, yaşamında ve öncülüğünde onunla uyuşmayan ne varsa silip süpürmeye; doğrular için ne gerekiyorsa onun savaşımını ve başarılı çabasını vermeye çağırıyoruz.
Bu temelde kaybettiğimiz yılları bu eşsiz şansla yeniden değerlendirmeye ve mutlaka başarmaya; affedilecek yanlarınız varsa, kendinizi hızla ıslah ederek çalışmalara katılmaya; başarmak isteyip de başarmamak durumunuzu gidererek yine önünüze verilen bu imkanları ve parti yetkilerini yerinde, yeterlice değerlendirmeye; on sekizinci yılı kendi yaşamımızın tek büyük davası haline getirmeye çağırıyoruz. Bundan sonraki yılları emredilen ve oldukça yakın olan zafer şiarı temelinde yakalamaya; bu temelde kendinizi amansız yoğunlaştırmaya, zaferi kaçırtacak tek bir yetersizliğe fırsat vermemeye ve bu yılları mutlaka zafer yılları haline getirmeye çağırıyor, başarı diliyoruz.
-Yaşasın PKK!
26 Kasım 1996
- Ayrıntılar
Bugün 10 Kasım ideolojisine veya gerçekleştirdiği Cumhuriyete, onun yaşam tarzına, özel savaşına karşı savaştığımız Atatürk’ün 60. ölüm yıldönümünün anıldığı gün oluyor.
Bizim buradaki anış tarzımız; ne bir laneti duygusal bir tarzda çağrıştıracak, ne de bu kişiliğin, kimliğin gerçeğimiz karşısında anlamlı rolü nedir, bunun göz ardı edilmemesini önemli kılacaktır. Türkiye’de de artık en doğrusu “anmak değil, anlamak gerekir” diyorlar. Biz de çok daha derin anlama temelinde, bu dayatılan güne bir cevap verebiliriz. Belki de çağdaş tarih, -bizim için tarihin tümüyle bitmesi anlamına geliyor- ve en önemlisi de halen çarpıştığımız sosyal ve ulusal gerçekliğimize karşı damgasını vuran kişiliği çok güncel olarak yine çözme gereği duyuyoruz. Biz ölü bir Atatürk’le değil de, canlı bir Atatürk’le karşılaşmayı isterdik. Yine çok derinliğine anlaşılmış bir biçimde ne yapılması gerektiğini bilmeyi, yapmayı isterdik.
Kemalizm’in kendisi bir fetişizm, kendisi bir paradoks, bir çelişkiler yumağı. Katliam öğelerinden tutalım, her türlü faşist diktatöryel, çağ dışılığı kadar en ilkel barbarlık kadar, çağdaşlığı da böyle maske tarzında birleştirmeye veya çok otoriter, güçlü görünmesine rağmen, en zaaflı kişilik özellikleridir. Aşiret şovenizmini bile geride bırakan bir ulus şovenizmi kadar, ulus inkârcılığını ulusların, kültürlerin inkârcılığını içeriyor. Kendini tarihin temeli görmesine karşın büyük bir tarihi inkâr anlamına geliyor. Çağdaşlaşmayı çok söylemesine rağmen en büyük çağ dışılığı temsil ediyor. En büyük ulusalcılık kesilmesine karşılık birçok ulusun rahatlıkla tasfiyesine karar verebiliyor. Bu kadar moral ölçüleri, felsefi, bilimsel ölçüleri çelişkili olan bir kimliği ve onun oluşturduğu bir Cumhuriyeti; onun da egemen kıldığı bir siyaseti, bir sosyal gerçekliği, yaşam tarzını büyük bir savaşımla çözmeye çalışıyoruz. Fakat halen bunun altından tam istediğimiz gibi kalkamamak kadar direkt Kemalizm'e karşı savaşımdan da öteye, dolaylı etkilerinin felç ettiği, büyük bir bela haline getirdiği kişiliklerle savaşıyoruz. Denilebilinir ki, sınıflar savaşımında, sosyalizm savaşımında, karşı devrimin veya burjuvazinin en etkili silahı olarak Kemalizm dünya çapında bir etkiye, öneme sahiptir. Ulusal kurtuluşta da en büyük çelişkiyi ve çözümsüzlüğü temsil etmektedir. Bunların etkisi kişilikleriniz üzerinde çok çarpıcı bir biçimde yaşamakta. Çözümsüzlük burada; kişiliğinizde, tarzınızda.
Son süreçlerde adeta kendimizi büyük bir öfke kaynağı haline getirmiş bulunuyoruz. Kaynağını araştırıyoruz, kimlik kişilik sorununda karşımıza şüphesiz Kemalizm’in etkisi kadar onunla birleşen bütün insan zaafları, geri toplum özellikleri, harcıâlem, günübirlikçiliğin, sahtekârlığın tüm biçimleri kendini ele veriyor. Hatta esas ruhu ona en karşı çıkanların bile yenilgisinin altında yerleştirdiği zaaflardır. Tabii ki insani çıldırtır. Bu ideolojik, pratik yaşam tarzına ve onun çok derin özel savaş tarzlarına yenik düşmemek için büyük savaşı kendi kişiliğimizde dalga dalga geliştirerek, PKK bünyesinde giderek oluşturarak bir siyasal oluşum gücüne benzer bir güce doğru taşırmaya çalışıyoruz.
Anmayı bu sorular etrafında değerlendirmekte yarar olabilir. Özellikle son çözümlemelerde “kırma kişilik” diyorum. Birçok kalıplaşmış kişilik -geçenlerde piç kişilik, kırma kişilik dedim- bu yıkılmadı. Türkiye gerçeği de gösteriyor ki, hiçbir çağdaş soruna doğru el atılamıyor. Bizde çok daha fecaat*, tam bir kadro, komuta belası başıma kesilmiş. Ben bunlara küfretmem, ama bu komuta adı altındaki kişiliklerin yanında düşman bunların yedi defa suyla yıkanmış hali gibidir diyebilirim. Tam bir bela. Öldürsen olmuyor, yaşatsan olmuyor, güçlendirsen olmuyor, kendi haline bıraksan yine olmuyor. Bunun Kemalizm’le ne ilişkisi var diyeceksiniz. Var tabii ilişkisi. Çok derin bir etkileme ile böyle kişilikleri politikada, sosyal yaşamda doldurmuş. Biz de öz itibarıyla bunu kendi kişiliğimizde aşmayı öngörmüştük ve onun hazırlığında önemli teorik ve pratik yönlerini ortaya koymuştuk. Fakat maalesef oluşum tarzınızda, kişiliğinizde büyük bir dalgakıran gibi adeta gerisin geriye püskürtülüyoruz. Bizim için yenilmek düşünülemez. Boş durduğumuz, gelişme sağlamadığımız da düşünülemez ama halen bu savaşın çok şiddetli bir aşamadan geçtiği de belirtilebilinir.
Biz boş konuşmuyoruz ve öyle sandığınız gibi güçsüz filan da değiliz. Kemalist çocuğu, Cumhuriyet çocuğu olmak bizim açımızdan anlaşılır bir şey olduğu gibi öyle yutacağımız bir husus da değildir. Boş olmadığımızı söylerken bunu kastediyoruz.
Başkaldırırken bu Cumhuriyete karşı onun en etkili gerçeğini, temsilini yaptığınızı anlamanız gerekir. Öyle sülalenizden, ailenizden, mahallenizden öğrendiğiniz gibi değil. Büyük bir düşünce değeri kadar yüreği vardır, tarzı vardır; en önemlisi de, politik askeri bir tarzı vardır. Ben bu konuda sizlerden fazla bir şey istemiyordum, aslında biraz saygı, ciddiyet diyeceğim o da kırılmış. Çünkü diktatörya tarzı, baskı tarzı ve yaşam diye önünüze bırakılanlar, ciddiyet diye bir şey bırakmıyor. Keşke sıradan köylü insanların, kadınların o söylediği küçük yalanlar olsaydı sizin söyledikleriniz. Sizin kişiliğinizdeki hatta PKK’deki gelişme bana askeri ve siyasi anlamda bir yalanın patlak vermesi gibi geliyor. Yalanın büyümesi, sahtekârlığın, kendini kandırmanın büyümesidir. Bunu biraz daha Türkiye’ye yaygınlaştırırsak politik bütün kuruluşların bir kandırmaca, yalan kuruluşları olduğu oldukça açığa çıkarılmıştır. Türkiye politik askeri yönetiminin de esasta bir kandırma yönetimi olduğu da yüzde yüz dünya çapında ortaya çıkarılmıştır. Özel savaşın sorgulanmasında bile bunu artık tüm dünya basını rahatlıkla görebilmektedir. Güncel bir konu haline gelmiştir. Bunu biraz da biz ortaya çıkardık, çıkarıyoruz.
Burada kısaca çok basit bir giriş yaptım. Hiç mi olumlu bir yanı yok? Ders alacağımız yan mutlaka vardır. Mustafa Kemal dar bir temelde olmakla birlikte müthiş bir ulusalcıdır. Ulusalcılığın tarihsel, toplumsal temeli iyi konulabilinir. Fakat Türk ulusalcılığında büyük bir olaydır. Örgütün eylemi de, bu ulusalcılığın gereklerini yerine getirmektir. Belki de tarihte hiçbir önderin bir ulusalcılık, hatta bir aşiretçilik veya herhangi bir siyasal olay yaratmaktaki mahareti, hassasiyeti Kemal Atatürk kişiliğindeki kadar keskin değildir. Özellikle bizim için örnek teşkil edilecek yanı nedir denilirse askeri ve siyasi yaklaşımlarında ve pratiğinde olağanüstü yoğunluğu ve tarz inceliğini yürüten bir kişiliktir.
Dar olması demin vurguladığım çok tehlikeli çelişkili, olumsuz yanlarına karşın kendi amacına bağlanıştaki yoğunluğu, tarz yaratıcılığı olağanüstüdür ve saygı duyulur bile. Oldukça öğrenilmesi gerekir. Bunu bizim savaşçılar çok iyi öğrendikleri için karşımızda iyi özel savaş yürütücüleri olduklarını gösteriyorlar. Ama tabii çelişkiler ve çağ dışılıkları da ayrılmaz olduğu için de kendilerini çok kötü ve hatta şahıslarında Kemalizm’in kendini ele vermesi gibi de ortaya çıkıyor. Bu ayrı bir mesele. Önder kişilikten illa bir şey öğrenilecekse amaç ve araç bağlılığını, tarz ve tempoyu birleştirmeyi, büyük hassasiyeti, titizliği kesinlikle örnek almakta yarar vardır.
Demin vurguladığım gibi halklar aleyhindedir, gerçekler aleyhinde yanlarını değil, gerek politikanın gerek askerliğin taktiklerini incelemek açısından örnek alınması kayda değerdir. Gündem yüklü çok yoğun yaşamını tamamen buna göre veren bir kişilik. Amacına göre bu kadar yoğunlaşması bir partinin tabii bir devletin bile daha üstünde oluyor. Fakat tabii çok aşırıya gitmiştir. Aşırı ulusalcılık faşizme adeta örnek teşkil edecek kadar ileri gitmiştir. Devletin hegemonyacılığını bir Stalin’den öğrenirken, alırken bu dönemde onun faşist ve sınıflar ve halklar aleyhindeki yönlerini de İtalya’daki Mussolini, Almanya’daki Hitler deneyiminden oldukça etkilenmiştir ve onlarla ayni ayardadır. Bu da tabi devleti şekillendirme, bir ulusu şekillendirme açısından büyük bir talihsizlik. Çünkü Stalin’in geliştirdiği Sovyet modeli de çözüldü, Hitler çözüldü, Mussolini çoktan çözüldü ama Kemalizm halen çözülmedi, neden? Çünkü bunları çok tehlikeli bir biçimde birleştirmesinden ileri geliyor. Geri, çok dar Türk toplum yapısı, çok zayıf Kürt yapısı ve bir de katliamlarla bitirilen kültürler, halklar gerçeğinin sonuçlarını bu üç büyük 20. yüzyıl gerçeği ile çok hileli, çok şeytani bir biçimde birleştirmesi bugünkü çözümsüzlüğün diğer bir izah tarzıdır.
Dünyada bu 20. yüzyılın ilk yarısındaki rejimlerden çözülmeyen hiçbirisi kalmadığı halde büyük bir inatla direniyor ve 2000 yılını bulma konusunda da son derece, planlı ve çok özel bir savaşla yürütülmektedir.
Biz de bunu çözmeye çalışıyoruz. En büyük eylemimiz bu 20. yüzyılda mutlaka aşılması gereken, ulusal ve siyasal organizasyon ve hatta yaşam tarzıdır. Başarmamız herhalde 20. yüzyılın sonuna doğru en büyük gelişmelerden biri Kemalizm’i çözer ve aşarsak, sınırlı olumlu özelliklerini de inkâr etmeden, ama onun toplum üzerinde kâbus haline gelen gerçeğini çözüp, ilerletirsek yalnız Türkiye Anadolu halklarına değil, Ortadoğu ya da hatta evrensel anlamda da çok olumlu bir gelişmenin zemini olabilir. Nasıl ki 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Kemalizm ulusal kurtuluşçuluğu ve onunla faşizmin Sovyet sosyalizminin ittifakı, çok büyük bir tehlikeyi, faşizmin güç kazanmasına, sosyalizmin çözülmesine çok önemli katkıda bulunmuşsa çözülüşü de herhalde aynı öneme haiz bir rol oynayabilir.
Dolayısıyla bizim Kemalizm’e karşı savaşımımızın, bilimsel, felsefi değeri hayli önemlidir. Bunun handikaplarını aşmamızın evrensellikle ilişkisi çok önemlidir. Yerel bir ulusal kurtuluşçuluğun değil de -bu Kemalizm’in bir özelliğidir- bizim devrim yerel ulusal kurtuluşçu olamaz, tam tersi olur. Doğru bir ulusal kurtuluş söylemi olur ama bunu tamamen Kemalist ulusalcılığın bütün olumsuzluklarını aşmak temelinde gerçekleştirir. Bu da dünya çapında dar milli ve çok şoven devlet oluşumlarını, ideolojik ve onun sosyal ekonomik alan üzerindeki tahribatlarını kaldırır. Bu da oldukça evrenselliğe yol açar. Çok tehlikeli devlet biçimleri yerine, halk demokrasilerine çok önemli bir katkıda bulunmaya yol açar.
Adeta bilimin bir engizisyonla karşılaşmasına benzeyen tutsaklığını -ki bugün Türkiye’de düşünce özgürlüğü, özellikle İsmail Beşikçi şahsında tam bir engizisyon halini almıştır- düşünce yasaklığını aşar ve büyük bir düşünce özgürlüğüne yol açar. Bu sadece ulusal meselede değil, tüm hususlarda büyük bir bilimsel düşünce gücünün doğmasına yol açar. Sosyal ekonomik yaşamda da gerçekten Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu akıl almaz dünyada hiçbir örneği olmayan zenginleşme ile fukaralaşmanın aşılmasına yol açar. Devrimimiz bütün bunları öngörüyor, programlaştırıyor ve eylemselliğe de çekmeye çalışıyor. Eğer bu başarılırsa Kemalizm’in tarihteki rolü ne olur? Bizim devrimimiz gibi bir büyük devrime yol açmasının temel kilometre taşlarından birisi olur. Çok az olumlu ama büyük olumsuzlukların çözümlenmesiyle büyük bir devrimin zemini haline getirilebilinir.
Tarih sanırım gerçekleri karşılaştırarak bu değerlendirmeyi ileride daha açık yapabilir. İdeolojik, pratik, siyasi, askeri, kültürel-sosyal alanlardaki büyük kapışmamızın, büyük kavgamızın kocaman bir cumhuriyet tarihinin -ki daha öncesi de var ama- sonrası üzerine çok etkili olacak. Bu yaklaşık 75 yıldır yürütülen büyük savaş bir büyük devrimle karşı devrim arasındadır. Oldukça çelişkilidir. İçinde tartışılması gereken, çözülmesi gereken çok husus var. Biz çok sınırlı olarak en azından kendimizi bu dar boğazdan kurtarmayı ve ileriye bir adım sahibi olmayı çok dikkatle ve anlamı büyük bir biçimde gerçekleştiriyoruz. Bu anlamda öyle bir sonuç değildir. Önemli başlangıç adımı oluyor. Kemalizm’in böyle törenlerle gerek Cumhuriyet Bayramında, gerek 10 Kasımlarda anılması cenaze törenlerine benziyor. Bir yeniliğin, bir gelişme, başlangıcın törenleri değil bunlar. Kendini savunmanın, büyük haksızlıkları, çözümsüzlükleri savunmanın törenleridir, anmalarıdır.
Devrimimiz bu anlamda insani olarak ve halklar açısından da iyi bir adım olacağını daha şimdiden iddiasıyla pratiğiyle kanıtlayabiliyor. Ama vurguladığımız gibi yani sizleri çözmekten tutalım bu büyük enkazı temizlemeye kadar çok daha büyük bir çabaya ihtiyaç var. İnsanların iddiaları, iradeleri bağlandıkları amaçla direkt bağlantılıdır. Biz bu yönlü çabalarımıza başlarken iddiamızın büyüklüğü ve bugün daha da netleşen yapılan işler ve yapılması gereken işlerin de kanıtlanmasının verdiği düşünce iradeye yansıyor, irade de tabii ki büyük bir çabayı göstermekten geri kalmıyor.
Demek ki çıkaracağınız bir sonuç; eğer bütün bunları iyi anladıysanız bunun iradenizi güçlendirmemesi düşünülemez ve iradeniz de düşünce açılımı kadar büyümüşse pratiğe de büyük yansımaması düşünülemez. Eğer böyle bir oluşumu gerçekleştirememişseniz demek ki, çok köhnemiş ancak görkemli cenaze veya anma törenleriyle kendini yürütmekte olan Kemalizm’in silik bir kopyası olursunuz ve bu da hiçbir şey kurtarmıyor. Hiçbir sorunu çözmüyor.
Anlamayı biz bu temelde geliştirebiliriz ve varsa bir iddianız buna çağırabiliriz. Daha fazla ciddiyet, anlamadaki devrimci doğruya kesin kişiliğinizde, özellikle derin düşünce yapınızda yer verme, bunu kesinlikle irade sağlamlığında gösterme ve bir de pratik yaşamı bununla bağlantılı bir biçimde, ikirciksiz, yalansız, dolambaçsız ama çok büyük bir yaratıcı ustalıkla götürme.
Alınması gereken temel dersi böyle formüle edebiliyoruz. Başarımız da bunu kişiliğimizde, örgütümüzde, eylemimizde dürüstçe ve yetkin çabayla göstermeye bağlıdır.
Rêbêr Apo
- Ayrıntılar
15 Ağustos Atılımı’nın 12. yılı kutlu olsun!
Mahsum Korkmaz Akademisi’nin değerli öğrencileri; gelenek olduğu üzere 15 Ağustos Atılımı’nın gerçek kaynağı, bunun büyük eğitim ve yürütme gücü olan bu Akademimizin tüm şehitlerini, bu Akademinin geçmiş ve 15 Ağustos Atılımı’nın bu 12. yıldönümünde binleri aşan şahadetleriyle, onun eşsiz kahramanlıklarıyla ve savaşı bugüne kadar getiren hakiki komutan ve savaşçıları olarak sizlerin şahsında hepsini anıyorum, saygılarımı sunuyorum ve selamlıyorum.
Gerçekten sadece ulusal kurtuluşumuzu bu aşamaya getirmekle kalmamış, yeni insanın doğuşunu da esas itibarıyla bu okulda ortaya çıkarmanın derin kıvancını ve coşkusunu da yaşıyorum ve bu temelde tekrar sizlerin şahsında, halkımızın bu büyük tarihi adımını kutluyorum.
Bugünkü tüm gerilla güçlerimize, gereken kapsamlı bir çerçeveyi, onun mesajını sunduk. Tekrarlamayı gereksiz buluyorum. Ama esas olarak bu akademik çalışmaya oldukça yakışan, aşağı düşmemesi için onun büyük sabrını ve çabasını gösteren, bundan sonraki savaşa ve yaşamda katkısını asıl olarak gösterecek olan bu okulumuzun anlam ve önemini bir kez daha dile getirmeyi de önemli buluyorum.
Bugün tarih geçekten bu atılımla anlam bulmuştur ve bizim için yürümektedir. Hatta yeni insan burada gerçekleştirdiklerimizle anlam bulmaktadır, coşkuyla, tutkuyla seyretmekte, yaşanmaktadır. Bir varoluşu burada açıkça gerçekleştirmekteyiz. Gerek ulusal kurtuluşumuzun sorunları ve çözümü için ve gerekse en başta onun parti öncülüğü için, gerillası için görüyorsunuz ki, eğitim esastır. Okul sistemi esastır. Bu eğitim, onun bu okulu olmasaydı bırakalım savaşı, varlığımızı bile koruyamazdık. Şunun için tekrar önemini vurgulamalıyız ki; bu okul çalışmalarımız öyle herhangi bir dönemi, bir eğitimle sıradan kurtarmak için değil, buradaki çözümleme düzeyi, ulusal gerçekliğimizi de aşıyor, insanlığı etkiliyor. Askeri değil, yeni yaşamı bütün yönleriyle dile getiriyor. Ve ekmek, sudan daha fazla muhtaç olduğumuz değerleri ortaya çıkarıp insanımıza mal ediyor. Her şeyden önce çağdaş tarihte ilk defa kendimiz için bir okul yaratmış bulunuyoruz.
Okulsuz halk gerçekten kaybetmiş halktır.
Eğitimsiz halk, en geri, en vahşi bırakılmış halktır ve herkes onun üzerine egemenlik de kurar, sömürür de, insanlıktan da çıkarır.
Nitekim biz okulsuz, eğitimsiz kaldığımız için dünyanın en tanınmaz halkı durumuna geldik. Dolayısıyla bu okulumuzu sadece içinden geçen öğrencileriyle ve aldıkları, özümsedikleri eğitimle değil; tarihi değerleriyle belki de yüzyıllara sığmayacak çözümleme ve yaratacağı insanıyla zaten daha şimdiden yaşama mal olduğu gibi, hatta zaferi zorladığı gibi asıl büyük gelişmesini “yüzyıllara doğru taşıracaktır” desen yerindedir. Bizim sorunumuz, yine günceli hangi temel çalışmayla kurtardığımızın farkında olmaktır. Dikkat edilirse, en büyük savaşı burada verdim. Ve hemen herkes tanıktır ki, düşman da bilmektedir ki, eğer buradaki savaş olmasaydı; hiçbir alandaki savaşı bırakalım vermeyi, sürdürmeyi bile mümkün kılmazdı. Hatta yirmi dört saat bile dayanmak mümkün olmazdı. Kaldı ki, eğer daha kapsamlı, özümsenmiş olsaydı, bu okul sistemimiz uygulansaydı, eminim ki zaferleri çoktan daha kesin olacaktı. Küçümsemiyorum sonuçlarını, ama asla yeterli de bulmuyorum.
Halkımız ve sizler, kendini partililer, ARGK’liler sananlar, böyle olmak isteyenler, iyi niyetinize, coşkunuza büyük saygımız var. Ve olduğu için de zaten bu büyük değeri verdik, bunu okul sistemine kadar da taşırdık. Biraz da başardık. Fakat sorunlar bitmediği gibi, çığ gibi artmıştır.
Hiç şüphesiz sorunların arttığı bir yerde çözüm yolları da yakındır. Ustalar derler ki; “bir yerde sorun ne kadar yoğun, kapsamlıysa o kadar da çözüm olgunlaşmıştır”.
Dolayısıyla yüzyılların körleşmiş, kör düğüm haline sorunlarımızı şimdi olgunca çözüme yakınlaştırmamız büyük bir gelişmedir. Sorunlar, bizi ürkütmek şurada kalsın, çözümün yakınlığı nedeniyle, büyük bir arayışa ve çözüme götürme gerçeğiyle mutlu etmelidir.
Çözen insan, en büyük insandır.
Çözüme en yakın insan, kendini en derli-toplu, oldukça özgür yaratmaya yakın insandır.
Siz bu şansı elde etmiş bulunuyorsunuz. Şimdi size yaşam felsefemizin, okulumuzun temelinde yatan anlayışı fazla açacak değilim. Çünkü, günlük olarak zaten oldukça kapsamlı belgelerle önünüzdedir. İncelersiniz.
Ben daha çok oldukça sıradan girdiğim ve hepinizin bu nedenle yaşam karşısında iddiasız, dolayısıyla başarısızlığın bir kader halinde gördüğü gerçekliğin artık aşılması gerektiğini söylüyorum. Sizi beğenmediğim için değil, sevip, saymak istemediğim için de değil; bu yüzeysellik, bu sığlık bana gerçekten öfke veriyor, saygı duymuyorum, sevemem de, hatta nefret ediyorum, öfkeleniyorum. Bazen de tiksiniyorum. Bunun nedeni şudur; bu düşmandan kalmadır, bu yaşama saygısızlıktan ötürüdür. Bu artık bir kader olmadığı gibi, aşılmayacak bir düşman gerçeği de değildir. Açığa kavuşturulmuştur, insanlığa aykırıdır. Ve yaşamın da önündeki en büyük engeldir. Ona karşı en büyük saygısızlık, sevgisizliktir.
Bunu göreceksiniz, olgunca, mütevazıca. Neden bundan çekiniyorsunuz, neden örtbas ediyorsunuz? Eski düşmandan kalma kişiliği neden gizliyorsunuz? Neden bu yetersiz sözcük ve adımlarla kendinizi sakat bırakıyorsunuz? Ben buna anlam veremiyorum. Ne kabul edebilirim, ne de alet olurum. Şimdiye kadar şu veya bu gerekçeyle az-çok sizi kabul ettik ve siz de kendi tarzınızla bizimle buraya kadar yürüdünüz. Okul öğrencileri olarak, savaşları her sahaya yayılmış olanları olarak şimdi artık bu 13. yıla girişte sizlerle daha bazı köklü, karar ve yaşamın yenilenmesini kendinize mal etmeyi bilmelisiniz. Benden oldukça gelişme ve başarı bekliyorsunuz. Bundan gurur duyarım ve gerekeni yaparım. Zaten işim de budur. Tarihi okulu bu temelde açtık ve gerçekleştirdik, başardık da. Bu benim için sorun değil. Tekrarlayayım, ama sizin için aynı şeyler söylenemez. Ben sizi çok sığ, çok aldatıcı öğrenciler olarak görmekle birlikte, savaşta oldukça hatalı, çok yanlışlık yapan öğrenciler ve onların uygulamacıları olarak da değerlendiriyorum. Şimdi bunu artık aşmanın zamanıdır.
Fazlasıyla dönüşmenin tutkusunu ve onun sonuçlarından çekiniyorsunuz veya gereklerine ulaşmayı becermiyorsunuz. Dolayısıyla kişiliklerinizin fazla çekiciliği, dolayısıyla eğitici, örgütleyici özelliği gelişmiyor. Ve acıyla söyleyeyim ki; halk artık beğenmiyor, ben de beğenmiyorum. Ben tek tek her birinize; “seni şu kadar beğenmiyorum” demeyeceğim; zaten demem de. Ama genel olarak söyleyeyim ki; -ki hislerim, ölçülerim beni kolay kolay aldatmaz- halen de geride seyrederseniz ve bu basit yaşamayı da kurnazca, biraz da gizlice, ister farkında olun, ister olmayın; ister iyi niyetle, ister kötü niyetle, bu bekleneni vermez. Er-geç sizleri yüce değerlerle karşı karşıya getirir. Bu ülkede ve bu halk içinde bir şeyler gelişecektir.
Biz boşuna bu savaşı bugüne kadar vermedik. Her zaman söylediğim bir söz var; neden ciddiye almıyorsunuz? Beni de başta olmak üzere. Ben kimim? Ben bu halkın yaşayan insanı olmaya büyük özen gösteriyorum. Bu halkın dili, yüreği olmak, bu halkın kabul edilebilir bir insanı olmaya büyük özen gösteriyorum. Kendimi yediden yetmişe tüm insani özelliklerle an be an yaşatarak, cevap vermek istiyorum. Erkeğine-kadınına, yoksuluna-zenginine az-çok anlayabilecek, özümsetebilecek bir düzeyde sunmak istiyorum. Bu ekmek-sudan daha gereklidir. Çünkü çağdaş gerçeklik bizi çok hor görüyor, bizi hiç beğenmiyor. Bunu aşmanın yolu, böyle olmaktan geçiyor. Bunu ben istediğim için değil; gerek çağ, gerek tarih zorunlu kıldığı için böyle olmak zorundayız.
Tarihin ve çağın gerekleri amansızdır. Yoksa kişinin kendini yalana, dolana veya bizim gibi içi boş, dışını özgür insanlar gibi boyayarak, süslenerek göstermesi benim asıl umutsuzluğumu ve öfkemi yaratır. Şimdi diyeceksiniz; “özlü olmak zor”. Gayet tabii, başka türlü de biz insanlık ailesine giriş yapamayız. Ve bundan ayrıca öyle sıkılma, zorlanma görmemeliyiz. Benim için, mesela son yılların zorluklarına rağmen, acımasız savaşına rağmen bu büyük direnci göstermeyi neye bağlıyorum? İşin görkemliliği, işin heyecan veren özelliğine bağlıdır. Şimdi bu büyük gerçekleştiriyor.
Büyük gerçekleşme, ruhta, düşüncede, maddi güçte mutlu ediyor. Çok köhnemiş çirkin yanlarımızı ortadan kaldırıyor.
Neden tutku? Neden azim ve iradeye yükseliş yapamayacağız? Dediğim gibi; gerçekten ekmek-sudan daha muhtaçsınız. Çünkü iyi ekmek, iyi su da bu kişiliğin kazanılmasından sonra daha iyi gelir. Bunu artık kendinize yakıştırmalısınız. Halkımızı yönlendirecek, halkımızı yeniden yaşama çekecek öncü güçleri olarak kesinlikle cevap olmalısınız.
Kendi geçmiş yanılgıları önünde örtbas edici olmak ayıptır. Benim gibi açık, önemli kusurlarım da olabilir. Çok ayıplarım da olabilir. Zaaflarım da olabilir. İnsanım, olması da yadırganamaz. Ama görüyorsunuz ki, yüzde doksan dokuz sağlam yanlarla amansız yanlışın, çirkinliğin, kötünün üzerine yürüyerek, güzelliğe, doğrulara, iyiliklere kendimi büyük vererek yaşamak istiyorum. Güzel olan burası. Buna saygı duyulmalı ve bu hepimiz için geçerlidir. Halk olmaktan çıkmışsın, ulus olmaktan çıkmışsın. Senin insanlık davan bitmiştir. Bunu duymakla, bunu kişiliğinde sanki gerçekmiş gibi yaşamak, en büyük ahlaksızlıktır. En büyük saygısızlıktır. Ve buna göre de gerçekliğimizin en tehlikeli yönüdür.
Şimdi artık, hiçbir gerekçeye sığınmadan; “kimi beni böyle yaptı?” nedenlerini de söyleyemem, bu söylediğim çıkışa sahip olmaya cesaret etmeliyiz. Ben bunu yine boşuna söylemiyorum. “Ya neyimiz eksik? Zaten kararı da verdik, savaşa girdik” diyeceksiniz. Bu benim için tatmin edici değil. Görüldüğü üzere savaşta, mücadelede çoğunlukla kaybettiriyor. Neden? Ölçülere uygun olmadığı için, içinizde sorumluluk duygusunu yüksek paylaşmak isteyenlere ve yaşamını basit geçirmek istemeyenlere, ayrıca ikide bir “neden, nasıl başarısız oldum?” diye de bahaneye sığınmak istemeyenlere diyorum ki; artık güvenebilirsiniz, sağlam adımları başlangıç yapabilirsiniz. Deneme-sınama yaparak her gün başarı ölülerinizi kendi kendinize de yargılayabilirsiniz.
Bu sizin hem hakkınız, hem göreviniz Ama sonuçta mutlaka halkımızın “bravo” diyebileceği bir kişilik ve onun çabası ortaya çıkmalı. Şimdi bu kaçınılmazdır. Bu olmazsa kazanamayız. Bu olmazsa hiç kimse yaşayacağını sanmasın. Hangi bireycililikle yaşanabilir? İliklerine kadar parçalanmış, düşüncesi ve ruhu bu hale getirilmiş kişilikler yaşam istemesin. Bundan nefret ediyorum. Ben bunlardan kaçıyorum ve kesinlikle içimizde de yaşatmam. Bilmeyen bilsin, tanımayan tanısın. Hepinize söylüyorum, şahsınızda tüm halkımıza; benim yaşama bir sözüm var, ona hep saygılı olmayı bilerek ve en son büyük şehidimiz Zeynep Kınaca, “büyük yaşamak istiyorum, yaşamın büyük sevincini duymak istiyorum, büyük eylemli olmak istiyorum” diyor. Her ne kadar bunun büyük başarı tarzının, Önderlik gerçeğini sonuna kadar uygulama gücünde olmasa da bu heyecanla, bu coşkuyla bu büyük eylemliliği gerçekleştirmesi ve bunun en kahraman bir insan olarak adlandırılması, doğru yolda oluğumuzu gösteriyor.
Çünkü böyle büyük yaşamak, ulusal olmak, sosyal olmak, çok zengin kültürel değerlerle yaşamak, oldukça eşit ve özgürlüğe yakın olmak, irade sahibi olmak, başarılı olmak da mümkün. Her şey buna engel teşkil ettiği için, vahşi sömürgecililik, gericilik, hatta geriliklerimiz buna engel teşkil ettiği için, bu büyük engel yapılıyor. Bunu hiç kimse küçümseyemez.
Bizim artık bir sistem olduğumuzu, bir büyük anlayış olduğumuzu hiç kimse ne basite almalı, ne de onu göz ardı eden basit bireycilikleri için kullanmalıdır. Tekrar vurguluyorum; bireycilik belki her ulusta belli bir değeri kapabilir. Şu veya bu sistemle alabilir. Ama bizde asla alamaz, çünkü bizde bireyciliğin önce geçireceği ne bir ülke var, ne de bir maddi-ekonomik değer var, ne bir sosyal egemenlik, hatta siyasi iktidar var. Hiçbirisi yok. Dolayısıyla bireycilik başından itibaren kendini aldatmaktır ve dolaysısıyla da en tehlikeli aldatmaktır.
Kolektivizm bizim halk için, bu aşamada özellikle her şeydir. Yoldaşlığı paylaşmak istemeyenlere söylüyorum; habire kendini yaşamak isteyenlere söylüyorum; bunun bu ülke ve halk içinde yeri yoktur, temeli yoktur. Dolayısıyla büyük yalnızlığı, büyük parçalanmışlığı, büyük kaybetmişliği ortadan kaldırmak için öncelikle insanın kendi içinde büyük örgütlenmeyi, böyle iki kişiyle, her bir grupla oldu mu, daha da büyük gerçekleştirmeyi, buna en yüksek değeri vermeyi, dönemin kurtuluşu açısından en temel şart olarak görüyorum. Ve bunu da artık siz de kendinize en temel bir yaşam şartı olarak görmeli, buna göre yaşamınızı düzenlemelisiniz. Bu gücü, bu büyüklüğü kendinize yakıştırmalısınız.
Tekrar söylüyorum; bu okulumuzun temel özelliklerini artık göz ardı etmemeniz için bunları her sahada, en başta savaş sahasındaki seçkin temsilcisi olmanız için vurguluyorum. Tekrar iddia ediyorum ki, bu halk eğer yaşayacaksa, bu ulus eğer kendine gelecekse, bu özelliklerle bu gerçekleşecektir. Başka hiçbir şey bu halkın ulusal gerçeğini ifade edemeyecektir. Ve sizler de asla hiçbir özlem ve arzunuza ulaşamayacaksınız.
Ben bugün dolayısıyla, böylesine bizim için çok gerekli olan, okulumuzun gerçekleştirdiği yaşam biçimini netleştirmeyi boşuna dile getirmiyorum. Dikkat ederseniz, son yılın en yoğun çabası; yeni kişilik, onun örgüt ve mücadele tarzını netleştirmektir. Karşı cephede savaş verilir-verilmez, hatta başarılır-başarılmaz benim için çekici değil. Olsa da bana göre; onu yaşama dönüştürecek kişi ortaya çıkmazsa, öncü ortaya çıkmazsa, bir çırpıda her şey tersine çevrilir. Hatta yüce devrimimiz bir despotun da entrikalarıyla, kabalığıyla tersine de çevrilebilir.
İşte bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için, dikkat edilirse okulumuza yüksek değer biçiyoruz. Israrlıyız. Belki çağımızda hiç kimse bu yaşam gerçeği ile bağlantılı yaşamayabilir. Ama unutmayalım ki, yüz özellikleri çok farklı olan katliamın son artıklarını yaşayan halkız. Ayrıca insanlık da büyük tehlikelerle karşı karşıyadır. Emperyalizmin insanlığın doğal çevresini yok ederek, zoru kullanarak, sömürüyü, baskıyı teknikle en son haddine getirerek, yönettiği bir insanlık var. Biz bu insanlığı da çözüyoruz ve yerine doğal yaşayabilecek insanı temsil etmeye çalışıyoruz. Yalnız ulusallık için değil, insanlık için de temsil değeri yüksek bir okul. Bu iddiamızdan asla vazgeçmiyoruz. Başarırsak ulusal gerçekliğimizde, bölgemizde onu adım adım insanlığa da taşırmaktan asla tereddüt etmeyeceğiz ve bu da büyük heyecan veriyor. En zengin ulustan kişilerin bile çok geri kalmalarına ve bize hayranlık duymalarına yol açıyor.
İşte bu temelde siz okulumuz öğrencilerinin büyük şansı olduğu açık. Her ne kadar okulumuzu özümsemediyseniz de, sıradan bir etkilenmenin bile sizi yaşama tekrar getirdiği gibi, derslerini özümsemeye ısrar ederseniz, tek olsanız bile büyük başarılarınızı daimi kılacaktır. Dolayısıyla, yakışan ve en gerekli olan budur. Bir ekmek, bir çorba her yerde bulunur. Bulunmayacak olan; ölümsüz insanın yaratılmasıdır. İşte onu burada gerçekleştiriyoruz. Ben bu yaşıma gelişim, gördüğünüz gibi çok diri ve taze bir yaşam gücü olarak, her an saygısı ve sevgisi, derinliği büyük olan gerçeği yaşıyorum. Ve bunu bütün dosta, düşmana gösteriyorum.
Neden sizler de böyle anlamayasınız? Engelleyen nedir? Düşmandan dolaylı fosilleşmiş, kemikleşmiş etkilerinden başka? Dolayısıyla inanıyorum ki; sadece savaşın değil, yaşamın da bu gerçek, doyurucu gücü olan okulumuzun tarihe mal olmuş gerçeği kadar, bundan sonrasını yaratacak, gerçekliği de sizi büyük iddia sahibi olmaya itiyor. Dersleri oldukça kapsamlıdır. Öğretiyor ve adım adım bizim için şimdiye kadar çok boş ve anlamsız olan yaşamı çok anlamlı ve zengin kılıyor.
Sizleri ve bu temelde okulumuzun hem savaşan değerlerini, hem de yüce şehitlerini ve bu temelde ayağa kalkan tüm halkımızı, dostlarımızı saygıyla, sevgiyle selamlıyor, yüksek başarıların sizlerin olmasını diliyorum.
—Yaşasın 15 Ağustos Atılımı, O’nun 12. Yıldönümü!
—Kahrolsun Bu Atılımımızın Hedeflediği, En Barbar, Faşist Sömürgecilik ve Her Türden İşbirlikçilik!
Reber APO
15 Ağustos 1996
- Ayrıntılar
Bundan onbeş yıl önce partimizin temellerini atan Kemal, Hayri gibi yoldaşlarımız direniş kararını verdiklerinde partinin büyüklüğünü göstermişlerdir.
Ne teslimiyet, ne düşüş, -sonuna kadar direniş.
Bu, parti tarihimiz ve yaşamımızda tarihi bir adım olmuştur. İşte, 14 Temmuz anısına dürüstçe yaklaşmak isteyenler, sonuç çıkarmak isteyenler, her yönüyle kendilerini bu gerçeğe ulaştırmalıdırlar. Aksi halde bu direniş ve bu şehitlere layık olamazlar ve kendilerinden bir şey çıkmaz.
Hatta, bu gerçeklikten sizlerde belli bir uzaklaşma yaşanmaktadır.
Her şeyden önce bu tarihsel anı üzerinde durduğumuzda parti gerçeği nedir, sorusu karşısında kendi gerçeğimizi gözönüne getirmek zorundayız. Şimdi sizlerin uzaklaştığı ve onunla oynadığınız parti gerçeğinin ta kendisi olmaktadır. Hayır, bu gerçeklikten uzak olmakla partileşmek gerçekleşemez. Her arkadaş kendi gerçeği üzerinde durup gerçekliğini gözönüne getirdiği taktirde bu direnişlere karşı hesap veremeyeceğini, layık olamayacağını görecektir. Çünkü yüzünüz ak değil, şimdiye kadar sorun yaratmaktan, ağlamaktan başka ne yaptınız ki? Bu, hepinizin bir ayıbıdır. Şehitlerin karşısında bu halinizle durmanız, büyük ayıptır.
Şimdi bakıyorum da, herkes kendi keyfine göre parti gerçeğiyle oynamaya çalışıyor. Savaşta, örgütlemede, eğitimde her yönüyle oynamayı kendisi için bir sanat haline getirmiş. Bu sizin ayıbınız ve insan bu utanç verici durumla hiçbir gerçeğe ulaşılamaz ki! Tabi “çok zayıfız, güçsüzüz, bundan başka ne yapalım” diyeceksiniz. Bu sizin diliniz ve bunu her zaman tekrarlıyorsunuz. Ama bu kabul edilmez bir durumdur. Şehitlerin anısı üzerine konuştuğum zaman böyle bir partililiği ve sizleri kabul etmiyorum. Kaldı ki, bu durumuyla ben bile kendimi kabul edemiyorum, sizi nasıl kabul edeceğim ki! Bu zayıflıklarla mı, bu sahtekarlıklarla mı, bu kandırmayla mı, bu düşüşle mi sizi kabul edeceğim!
Hayır!
Yaşadığımız bu günlerde bazı hususlar üzerinde duruyoruz: Yine parti adına hafif, dar ve güçsüz bir yaşama tenezzül etmeyi bir sanat haline getirmişler. Bununla da sınırlı kalmayarak, kendilerini partiye ve bu büyük direnişlere layık görüyorlar. Güçsüzsünüz, söz sahibi olamazsınız. Bunun için de en dürüstün elinden ancak ucuz bir ölüm geliyor. Ama bu arkadaşlar kendilerini ucuz ölüme yatırmadılar.
14 Temmuz direnişi ucuz bir ölüm için değildi.
Büyük bir ölümdü, -ölüm değil büyük bir yaşamdı.
Ülkede, savaşta ucuz ölen arkadaşlarımız için “büyük şehitlerdir, güçlüdürler” diyemiyorum.
Neden?
Çünkü direnmeden, ucuzca gidiyorlar. Eğer 14 Temmuz anısına doğru yaklaşacak olursak; bu arkadaşlar, iğne ucu kadar yaşam olanağı ve çalışma fırsatı bulduklarında sonuna kadar değerlendiriyorlardı. Şimdi sizlere bakıyorum, eğer biraz harekete geçseniz ülkeyi alabilirsiniz, kurtarabilirsiniz. Ama ne yazık ki, bir çalışmayı doğru bir adıma dönüştürmeye tenezzül edemiyorsunuz, -elbette bu da insanı kahrediyor.
Parti ruhunu, parti büyüklüğünü kendinizden uzaklaştırmışsınız.
Bu kendinize yapabileceğiniz en büyük kötülük, kölelik, hatta düşkünlüktür. Hayret ediyorum, kendinizi nasıl böyle kabul edebiliyorsunuz? Bu kadar çalışmama rağmen ben bile kendimi kabul etmiyorum. Hayır! Kişi büyümenin yoluna girmeden kendinden memnun olamaz. Bir şey yapamıyorlar, -kendileri bile gerçekleştiremiyorlar. Buna rağmen kendilerine, PKK adına bir usul yaratıyorlar.
Bu büyük anıya bağlı kalmak istiyorsak, biraz dürüstlük varsa, değerlerimizi böyle unutmak istemiyorsak, mutlaka kendimizde bir şeyler yaratmak zorundayız. Kendi içimizde bazı esaslara ulaşarak daha doğru ve birlikte büyük yürüyebilmeliyiz.
PKK’nin saflığı, PKK’nin dürüstlüğü bu yoldaşların gerçeğindedir.
Kendi durumlarınıza bakın; ne kadar bu büyüklüklesiniz? Bu büyük yoldaşlarımız, partinin adını yükseltmek istediler, parti amacından uzaklaşmamak için büyük vahşet altında, her gün tahammül edilemeyecek işkenceler altında küçük bir yaşam imkanı bularak direndiler. Bu büyük direniş, bu amaç içindi. Burada hemen kendinizi karşılaştırın; ülke toprakları üzerinde, dağların zirvelerinde silahlı gruplar halindesiniz, ama yine de düşmana karşı birkaç doğru adım atamıyorsunuz.
Bu şehitleri, bu direnişleri gözlerinizin önüne getirdiğinizde kişi kendi hakkında ne diyebilir?
Elbette ki, bu yoldaşlardan ve bu direnişten bir uzaklaşma var. Bu uzaklaşmayı kendinize nasıl layık gördünüz, işte buna şaşıyorum. Uzun bir zamandır büyümeniz ve yetkinleşmeniz için bu kadar büyük parti derslerini verdik, büyük hizmetler sunduk. Ancak çıkardığınız sonuç; “düşkün kişiliğimi nasıl yaşatabilirim” oldu. İşte, en büyük tepkimiz de buna yöneliktir.
PKK şehitleri bunlar değildir. PKK direnişi bu değildir. İçinizden bazıları veya birçoğunuz, birçok yönüyle bir şeyler de yaratmak istiyorsunuz, ama PKK büyüklüğünden uzak bir PKK yaratmak istiyorsunuz. Her zaman söylüyorum, bu kişiliğinizle yalan söylüyorsunuz, kendinizi kandırıyorsunuz.
PKK mukaddestir, PKK kişilikleri dürüsttür.
Mazlum, Kemal Hayrilere eğer biraz bağlılığınız varsa, sahip olduğunuz bu kişilikle yürümenizin mümkün olmadığını göreceksiniz. Bu kişiliği şimdiye kadar parti içinde nasıl yürüttünüz, buna nasıl cesaret ediyorsunuz! Gerçekten vicdansız mısınız, terbiyesiz misiniz, -anlıyamıyorum. Neden böyle oldunuz? Çok mu zayıfsınız, çok mu düşkünsünüz, çok mu çaresizsiniz, -bunu anlamak istiyorum. Bu doğru değil ve zindan direnişine, 14 Temmuz kahramanlığına bağlılık değildir.
Ben bu yoldaşları, bu direnişi sizden ve parti adına yürütenlerden koruyorum.
Ya bu arkadaşların ruhuna ulaşır, ya 14 Temmuz ruhu yakalanır, ya da bu ruhu sonuna kadar sizlerden koruyacağız. Kesinlikle söz veriyorum ki, bunu koruyacağım. Sizi kabul edemem ve etmediğimi de görüyorsunuz. Parti içinde kimse kalmasa bile düşkün kişilikleri ve zayıf insanı kendimize yaklaştırmayacağız.
PKK, bir kahramanlık partisidir.
14 Temmuz büyük bir yüceliktir.
Bunu alçaltmayız, ayaklar altına alamayız ve bunu sizlere layık göremeyiz. Ben bu yoldaşların anılarına, kendimi de layık görmiyorum. Ancak onların temsilcisiyim, vasiyetlerini takip ediyorum. Bu kişiliklerinizle yürüyemem ve en ufak bir eksikliğiniz de olsa kabul etmem, bunu bileceksiniz.
Bugün 14 Temmuz direnişinin yıldönümü vesilesiyle bir şeyler yaparak anmak istiyorsanız ve gerçekten dürüstseniz ve bir şeyler de anlamak istiyorsanız bu arkadaşlarımızın sergiledikleri direniş gerçekliğine doğru yaklaşmak zorundasınız. Hangi koşullarda, neye karşı, neyle, nasıl direnişi yürüttüler, bunları aklınıza getireceksiniz, kendi gerçeğinizle kıyaslayacaksınız. Ve “ben ne kadar bağlıyım, ne kadar onunlayım” hesabını dürüst ve doğru vereceksiniz. Vermezseniz, sizleri ancak bir sahtekar olarak değerlendiririm. Bunları herkes için söylüyorum.
Bazı arkadaşlar bizi çok incitti. Bilemiyorum, insan büyümekten neden bu kadar korkuyor, -şaşıyorum. Bu arkadaşlara çok büyük imkanlar sunduk, ama hiç önem bile vermediler. Vicdanınız neden bu kadar kara, -gerçekten insan bir sonuç çıkaramıyor. Sizlere kim “böyle yaşayın” dedi? Bu yaşam uslubu kimindir? Bunun cevabını vereceksiniz. Aksi halde sizi kabul etmeyiz. Her gün bunun üzerinde duruyorum. Özgürlük istiyorsunuz, şerefli bir yaşam istiyorsunuz, işte yolu bu belirttiklerimdir. Neden bu yolun üstünde yürümüyorsunuz? Kötülüğün rüzgarına kapılıp gidiyorsunuz. İşte, gördünüz kaçıyorlar. Elbette birçok nedeni var. Büyük imkanlar hazır önünde, ama üzerinde durmaya tenezzül bile etmiyor. Bunun için gerçekten bu tarihi anının, adımın üzerinde durmak istiyorsanız acaba dürüst müdürler, değil midirler diyorum. Sadece bir anının üzerinde durmak insana yürümesi için sonuna kadar yeter. Uzun bir süredir “PKK adına her yönüyle hareket edebiliriz” diyorlar. Olmaz! PKK esastır. Eğer PKK gerçeği tutturulmazsa Kürdistan’da yaşam yürümez, -hiçbir şey gerçekleşmez.
Neydi bu direniş?
Zindanda ihanet büyük dayatılınca Şahinler tamamen düşürmek istediler; “PKK adına kimse kalmamalı”, hatta “hepsi PKK’ye karşı çıksın”, “PKK de vatanı inkar etsin, halkı inkar etsin.” Bunun karşısında bu büyük insanlar ise, “biz canımızı vereceğiz, bu kararı vereceğiz” dediler.
14 Temmuz; parti, halk, Kürdistan ve insanlık adının ortadan kalkmaması için verilen bir karardı. İhanete, büyük zulme, düşkün yaşama karşı bir parti kararıdır. Hemen hemen hepsi sizler gibi zayıftılar, imha olmakla karşı karşıyaydılar. O zaman bu kahraman insanlar, “Gün direnme günüdür” diyerek, zayıflıkların önüne geçtiler. Şimdi de düşman çok şiddetli ve acımasızca üstümüze geliyor. Şimdi de Kürdistan’da ihanet büyük ve daha da büyümüştür. Direniş de büyümüştür. Aynı zamanda içimizde düşkünlük de var, teslim olma da var. Ülkenin dört bir yanında direniş ne kadar gerçekleşiyorsa bir o kadar teslimiyet, yine bir o kadar düşkün bir yaşam da gerçekleşmektedir. Eğer 14 Temmuz’a bağlıyız diyorsanız, o zaman sizlerden kahramanca bazı adımların atılmasını istiyoruz. Zindandaki gibi değil, savaş ve çalışmanın her yönüyle 14 Temmuz ruhuna bağlı adımlar atılması gerekiyor. Kendi ruhunuzda adım atın, böyle adımlar atmazsanız sahtekarsınız. Büyük değerlerle ucuz yaşamınızı sürdürmek istiyorsunuz, elbette bizim de bunu kabul etmemiz mümkün değildir.
Diğer bir husus da şudur:
Önderliği tanımıyorsunuz.
Çok düşkünsünüz ve her zaman bizi kendi seviyenize düşürmek istiyorsunuz. Tabii ki, bu da mümkün değil.
Sizden bir şey rica ediyorum; biraz büyümeyi tanıyın. Eğer kendinizi yetiştiremiyorsanız, o zaman parti ile oynamayın, ihanet etmeyin, sadece bu değerleri koruyun. Eğer bu da elinizden gelmiyorsa çıkın gidin, derim. Ben bile kişiliğimi her gün eritiyorum, ama sizler kendinizi paşa ilan etmişsiniz.
Şimdi sizlerde PKK dışında her şey var; düşkünlük var, zayıflık var. Düşünce dağılmış, ruh dağılmış ve en önemlisi de büyük karar yok, -yarı ölü gibi. Her zaman kendisini sorun yapıyor; “ben kapalıyım, yüzeyselim, bilmem neyim.” İşte, bundan başka bir şey değil, en iyisi de ucuz ölüme gidiyor. Büyük başarı, büyük adım diyen, “Ben de PKK’nin büyük şehitlerinden eksik yapmam, sonuna kadar düşünce ve yaşamım budur” diyen yoldaşlar içinizde yetişiyor mu? Kendinize ve etrafınıza bakın, kim kendisini böyle gerçekleştiriyor?
Sizler üzerine fazla geliyorum diye değil, kendi kendinizi zor durumlara sokmuşsunuz. Oysa parti imkan ve fırsatlarıyla kendinizi büyütebilirdiniz, hepiniz kendinizi yaratabilirdiniz. Zaman da vermiştik, hatta kendinizi büyütebileceğiniz bir ortamı da sunmuştuk. Ama sizler anlamadınız ve sürekli “ucuz bir yaşam” edebiyatı dediniz. Hep keyfiyete tenezzül ettiniz. Bu da, tabii ki bir düşman isteğiydi. İşte, düşmanın isteği de kişinin böyle ucuz bir kişilikle yaşamasıdır. Budur, -bu da tanımadığınız bir şey değildir. Eskiden beri bu kişilik bizim için bir sefaletti ve içinde hayırlı hiçbir şey yok. Sadece düşmanın zulmü değil, binlerce arkadaş hemen hemen düşüyordu, “ben teslim olayım mı, olmayayım mı?”, bu haldeydi arkadaşlar. İşte, 14 Temmuz direnişi buna karşı bir karar gerçekleşmesidir. Şimdi bakıyorum da, hiçbir arkadaş bundan kendisine yönelik bir sonuç çıkarmıyor. Çoğunuz da bu haldesiniz, ama burası zindan değil. Burası dağ başıdır, elinizde silah var, ama doğru-dürüst yürüyemiyorsunuz, bu teslimiyetten daha kötüdür. Eğer bu anılarla sözleşmek ve kararlaşmak istiyorsanız kendinizi bu şekilde bırakamazsınız. Herkes söz sahibi olamaz, sizin gibi insanlar kendilerini yenilememişler, söz sahibi, karar sahibi olmaktan uzaksınız.
“Partinin bazı imkanlarıyla yaşarım, sonunda düşmanın yanına kadar giderim.” Bu PKK gerçekliği değildir, PKK’ye ve 14 Temmuz direniş anısına en büyük kötülüktür, hatta düşmandan daha çok bize karşı bir direniştir. Bu düşmana karşı değil, PKK büyüklüğüne karşı bir direnme durumudur.
Belki size acayip gelebilir, ama bu yaşamınız düşman hamleleri gibi sizleri PKK’ye ve 14 Temmuz’a karşı direnişe kaldırıyor. Düşmanın baskısı, düşmanın zoru ülkenin her yanında, savaş sahalarında sizi yumuşattı, şaşırttı, sonuç itibariyle hepiniz PKK içinde direniş halindesiniz. Elbette bu direniş 14 Temmuz direnişi değildir, Agit yoldaşlarınki değildir. Bu direniş PKK’ye karşı olan bir direniştir. Tuhaf bir şey, PKK içinde çoğunuz birçok yanınızla PKK’ye engel teşkil ediyorsunuz. Engelden öteye direniyorsunuz.
“Biz partileşemeyiz, parti taktiklerine ulaşamayız, parti hattına ulaşamayız. Yakamızı bırak, biraz kendimizi yaşamak istiyoruz, küçük yaşamak istiyoruz”, gece-gündüz bunları söylüyorsunuz. Bu, kabul edilemez bir durumdur. Ne hakkınız var?
Şimdi sizler benden PKK partisini, bu büyük şehitler partisini küçük-burjuva bir parti yapmamı istiyorsunuz. Yüzde doksanı küçük-burjuva bir parti istiyor. Bu halinizle PKK partisi olabilir misiniz? Kendinizi Mazlum, Hayri, Kemal’in çizgisine ulaştırabilir misiniz?
Birçoğunuzun kişilikleri ortada ve doğru hesap vermelisiniz: Biz ne kadar büyük şehitlerin partisiyleyiz! Bu değerler tümden unutulmuş, çoğunlukla da ülkedekiler, savaşta yer alanlar unutmuş. Kim komutandır, kim keyfi yaşam sahibidir, kim kendini yaşıyor, kim parti ve savaş esasları dışı, kim kurnaz, kim oyunlar çeviriyor, bunlar üzerinde duruyorsunuz.
“Düşmanı derinden vuralım, düşmanı büyük vuralım, büyük yoldaşlıklar yaratalım” diyen yok, bunlar adeta unutulmuş.
Kim sizleri böyle alıştırdı? Öğretmenlerinizin hepsi yanlış, büyük şehitler değil. Büyük şehitlerden uzak, hatta düşmanın kendisidir.
Düşmanın zoru sizleri iflas ettirmiş. Neden sizden büyük yoldaşlar çıkmıyor, neden?
Bunca yıldır zindanda değilsiniz, özgürsünüz. Partinin bütün kitapları elinizin altında, neden bir türlü büyüyemiyorsunuz? Kendinize bunu mutlaka sormak zorundasınız. Eğer sormazsanız kimse size “şereflisiniz” diyemez ve namuslu insanlar da olamazsınız. Elbette başaramayan, bir görevi doğru-dürüst yerine getirmeyen namussuzdur, düşkündür. Düşkün insan ise beş para etmezin tekidir. Düşkün insanın bir değeri olur mu? Tek bir savunma yönteminiz var; “ben ağlarım.” Ağlayanlar da namussuzdur. Ağlamak kahramanlık mıdır? 14 Temmuz ağlamak mıdır, direnmek midir? 14 Temmuz başarı mıdır, düşüş müdür? 14 Temmuz kahramanlık mı, korkaklık mıdır? Bunların hepsini düşünmek zorundasınız.
Söz sahibi olamıyorsunuz ve çoğunlukla da buna üzülüyorum. Gerçekten sizler kimin arkadaşısınız?
Mazlum, Kemal, Hayirlerin mi?
Onlara mı yakınsınız, yoksa Şahin’e mi?
Şahin içimizdeyken çok çalışıyordu, sizden on kat daha fazla çalışıyordu, -ben tanıyorum. İçinde bulunduğunuz zor ortamda olsaydı belki sizden daha çok savaşırdı. Burada yine bir şey insanın aklına geliyor: Böyle büyük ihanet etmiş bir insan dahi yerinizde olsaydı, belki sizden daha iyi olabilirdi. Eğer sizler onun yerinde olsaydınız, belki daha kötü olabilirdiniz. Yani yeriniz Mazlum, Kemal ve Hayir’nin yeri değil, konumunuz Şahinlerden daha kötü.
Neden?
Bu yaşamınızla parti içinde büyük çalışmanın kaynağı olamazsınız. Parti içinde adeta yeni bir adet ortaya çıkmış; hiç çalışma, parti imkanları üzerinde otur ve kendini yaşat! Sen kendini nasıl yaşatırsın? Eğitimini yapmıyorsun, düşmanın üstünde hiç durmuyorsun, bazı taktikler, örgütlenmeler üzerinde durmuyorsun, ondan sonra da etrafını yık, boz, zafersiz kendini yaşat, çalışmadan kendini yaşat! Suçu arkadaşının üstüne at, etrafını suçla, kendini de temiz çıkart! Böyle olmaz ve bu bir sahtekarlıktır. Binlercesi bu şekilde kendi bireysellikleri ya da düşkünlükleri için partinin büyüyen imkanlarına göz dikmişler.
Durumlarınızı daha derin açmak istemiyorum, anlayabildiğinize inanıyorum. Eğer savaş ve halk içerisinde komutanlıkta, savaşçılıkta mevcut durumlarınızı değiştirmezseniz, değil düşmana karşı, bize karşı; değil 14 Temmuz’la, 14 Temmuz’a karşı direniyorsunuz demektir! Yanlış yapmayın. Bu arkadaşlarımız bu direnişte 60 gün aç-susuz, bir deri-bir kemik kaldılar.
Bu direnişle neyi ispatlamak istediler? “Bu düşkün yaşamı, eriyip elimizden giden yaşamı kabul etmiyoruz. Biz ölümü kabul ediyoruz. Vücudumuzun, kemiklerimizin erimesini kabul ediyoruz, ama düşmanın istediği yaşamı kabul etmiyoruz. Biz PKK’yi bırakmayacağız.” İşte, 14 Temmuz bundan başka bir şey değildir. Bir de kendinize bakın, “düşman yok, biz güçlüyüz” diyerek, kendi kendinizi ucuzca eritiyorsunuz. Mesela savaştaki arkadaşlar bilirler; “parti esasları kalmadı, gerilla adına ideoloji, siyaset kalmadı, yoldaşlık kalmadı” diyorlar. Yine köylü kurnazlığı, kimileri arkadaşlarını şehit ediyor, kimilerinin arkadaşları elden gidiyor, onlarca şehadet gerçekleşiyor, ama kendini sorumlu görmüyor, şehitlerin anısına bir şey yapmıyor. Her gün haberleri alıyorsunuz, “anılarına ne yapayım, ben nasıl bir sorumluluk altındayım” diyen yok. Bu komutanlık değildir, savaşçılık değildir, bu bir hıyanettir. İnsan böylesi bir durumdan korkar. Eğer bir sözünüz varsa ve partiyle olmak istiyorsanız dürüst olun. Bunun derinliğini, anlamını kavrayın.
En büyük korkum, partiden varolan uzaklaşmadır.
Bu kişilikler partiyi istila etmiş, parti diye bir şey bırakmamışlar.
Bunlar gözünüzün önünde yaşanırken, kendinizden bile haberiniz olmuyor. Bu durumda Kürdistan için, Kürtlük adına bir şey elimizde kalmıyor. Sadece ihanet kalıyor.
Eğer gerçekten bu anıya bağlı kalarak 14 Temmuz’un 15. yılında bir sonuca ulaşmak istiyorsanız, üzerinde durduğum bu noktaları kendinize esas alarak üzerinde durun, kendinizle kıyaslayın ve böylece kendinizi doğrulara ulaştırabilirsiniz.
Parti meselesi tek benim meselem değil. Bu yoldaşlar neden şehit düştüler? Elimizde bir şeylerin, bir şerefin kalması için şehadete ulaştılar, -yoksa kendileri için değil. Kendileri için olsaydı böyle büyük direnmezlerdi. Bir halk için, bir tarih için, bir insanlık için bunları yaptılar. Eğer sözlerinizin sahipleriyseniz sizler de bu yoldaşların takipçileri olabilirsiniz.
Söz sahibi olmak, hangi durumda olursa olsun, devam etmektir.
Her gün vahşet altındaydılar, en büyük zorluklar içerisindeydiler. Ama buna rağmen bu kadar direnebildiler. Sizlerin durumu ise çok iyi, niye büyük direnemeyeceksiniz ki! Kimse “imkanım yoktur” demesin, bunların hepsi yalandır. En büyük vahşet, en büyük imkansızlık Diyarbakır zindanındaydı. Hatta tarihte bile böyle bir vahşet görülmemiştir. Ama bu yoldaşlarımız direndiler, -büyük direndiler.
Kahramanlığı kendinize layık görün.
Her şeyle oynayın, ama bu büyük mukaddes değerlerle oynamayın. Sizden fazla bir şey istemiyoruz. Büyümek üzerinde durun. Hatta düşmanla baş edemiyorsanız ilkin kendinizle başetmeye çalışın. “Kendimi gerçekleştireceğim, doğru partileşeceğim, partileşmeden uzaklaşmayacağım” deyin. Neden bunları ısrarla belirtiyorum? Siz dün parti içindeki yaşamınızla bu değerleri mahvettiniz de ondan. Siz parti esaslarını, parti yoldaşlığını, hepsini boşalttınız da ondan. Neden böyle yaptınız? Parti içindeki düşman, zindandaki düşmandan daha mı büyüktü? Hayır! Hiç düşman yoktu, siz kendi kendinize böyle yaptınız. Şimdi de sizleri kabul etmemi istiyorsunuz. Bu büyük şehitler sizi affetsin, kabul etsin.
Hayır!
Parti yaşamıyla, önderlik yaşamıyla oynayanlar af edilmezler, kabul edilmezler.
Kendinizi kandırıyorsunuz. “Biz çaresiz kaldık, zayıfız, bazı anlayışlarımız düşmandan kalmış, eski toplumdan kalmadır” demek, büyük yalandır. Bu arkadaşlar için de aynı şeyler geçerliydi. Ama hayır! Sizde olan daha başka bir şeydir.
Parti üzerindeki oyun, partiyi küçük-burjuva partisi yapmaktır. Elbette ki, bu partiye savaş açmaktır. Parti içinde partiye karşı bir savaş durumudur. Başka türlü bunun izahı yapılamaz ki!
Tekrarlıyorum; şehitlerin anılarına bağlı kalmak istiyorsanız, sözleriniz sahipleriyseniz, çizdiğimiz bu çerçeve üzerinde bir kez daha gerçekçi durun. Fazla yorulmamışsınız ve sizlere bazı imkanlar da sunmuşuz. Her şeyden önce bu büyük şehitlerin yolunda, bu büyük direniş yolunda kendinizi kararlaştırın. Ama dürüstlükle, ama onların gerçeği temelinde kendinizi kararlaştırın. Sizin için dile getirdiğimiz bu hususları büyük istekle, büyük iradeyle esas alın. Ve PKK militanlığının gerçekliği sizde yürütülsün. Böyle yaparsanız ancak Mazlum, Kemal, Hayri, Ali ve Akiflerin arkadaşı olabilirsiniz. Büyüyeceksiniz ve büyük adımlar atmaktan korkmayacaksınız. “Etrafımız bizi şaşırtıyor, etrafımız bizi yoldan çıkarıyor” demeyin. Hayır! Düşman da bu arkadaşları yoldan çıkarmak istiyordu, oyun büyüktü ama başaramadılar. Ama burada düşman da yok, siz kendi kendinizi yoldan çıkarıyorsunuz.
Bazı şeyleri anladığınıza inanıyorum. Yine önderlik her şeyden önce şehitlerin temsilcisidir. Kimse bunu unutmasın ve bizden de bir şey istemesin. Kesinlikle kabul etmiyorum. Benim istediğim, yaptıklarım şehitlerin isteğidir, diğer şeylerin benim için fazla bir kıymeti yoktur.
Onların amacı, onların vasiyeti, onların yaşamı üzerinde ben söz sahibiyim. Bıraktıkları vasiyet temelinde sözüm var, -yürütüyorum da. Bunu anlayacaksınız. Yetersizliklerinizi üstümüze atmayacaksınız, zayıflıklarınızla bize yaklaşmayacaksınız. Çaresizliğinizle, yanlışlıklarınızla, düşkünlüklerinizle bize uzak duracaksınız. Bu şehitlere de yaklaşmayacaksınız.
Ben her zaman şehitlere söz verdim.
Haki yoldaşa söz verdim, partiyi ilan ettik.
Mazlum, Kemal, Hayri yoldaşlara söz verdim, ülkeye büyük dönüşü gerçekleştirdik.
Mehmet Karasungur yoldaşa söz verdim, Güney Kürdistan’ı devrime ulaştırdık
Kimse inanmıyordu, ama biz yaptık. Agit yoldaşlara söz verdik, Kürdistan’ın tamamında gerillayı donattık. Bütün bunlar şehitlere verdiğimiz sözlerdir.
Zilan yoldaşa söz verdik, kadın özgürlüğünü yükselttik, büyüttük. Hepsinin sözleri ve vasiyetleri yerine getirilmiştir.
Kendinizde saygı ve takdiri görüyorsanız kendinizi söz sahibi yapacaksınız. Bundan başka sizin için hiçbir şeyin değeri olamaz. Yeme-içme hepsi zafer içindir. Konuşma, yürüme hepsi partinin büyümesi içindir. Bizde keyfiyet yok, her şey insanın büyümesi temelindedir.
Her şey büyük direniş içindir.
Kendinizi başka bahanelerle üzerimizde yürütmeyin ve yanaşmayın. Bunu ısrarla söylüyorum, sonra kötü düşersiniz. Önderlik babanız değil, akrabanız değil, önderlik allahınız değil, reis ve muhtarınız da değildir. Önderlik, her şeyden önce şehitlerin vasiyetidir, her şeyden önce direniştir, her şeyden önce partidir, bir savaş çizgisidir.
Eğer önderliği böyle tanımak istiyorsanız birlikte yürürsünüz. Böyle tanımazsanız yanına yaklaşmayın. Yaklaşırsanız ajansınız: Sömürgeciliğin, düşmüş toplumun, kötülüğün, müflis kişiliğin ajanısınız.
Biz zayıf, basit, hafif insanlar için yokuz. Küçük ve zayıf insanın düşmanıyız. Biz onların yok olmaları anlamına geliyoruz. Biz büyümek isteyen insanla, kendisini gerçekleştirmek isteyen, kendisini direniş yapan, düşmana karşı kendini büyük silahlandırmak isteyenleriz. Sözümüz de bundan başka bir şey değildir.
Büyük şehitlerimiz için, parti içindeki böyle büyük kararlar şimdiye kadar yürümüştür ve yürüyecektir de. Eğer akıllıysanız, dürüstseniz ve söz sahibi olmak istiyorsanız bu çerçeve temelinde bir kez daha en büyük kararı kendi kişiliğinizde verin, kendinize karşı, kendiniz için verin. Sizden bir şey istemiyorum, şehitler sizden istiyor. Bu büyük direniş sizden istiyor, sizler de vermek zorundasınız. Eğer bu doğrular temelinde verirseniz dürüstsünüz ve kimse sizleri durduramaz. Geride kalmaz, zayıfta olmazsınız. Bu arkadaşlar zayıf mı kaldılar, geride mi kaldılar, çok zor durumlarda büyüklüklerinden taviz mi verdiler?
Hayır!
Bu büyük direnişten herkesin sonuçlar çıkarması gerekiyor. Hangi sahada ve hangi şekilde olursa olsun bu partiden uzaklaşmayı ortadan kaldırmalıyız. 14 Temmuz kararına ulaşana dek bu uzaklaşmaya karşı durmalıyız. Bu büyük şehitler kendilerini büyük direniş temelinde gerçekleştiler ve sonuna kadar yürüdüler. Çalışmanız böyle olup sonuca ulaşırsa 14 Temmuz’un sahipleri olursunuz. 14 Temmuz sahipleri ise her zaman büyük olurlar. Böyle yürüyenler bunun savaşını verenler; sabırla, bilinçle, çalışmayla bir savaş yürütürler ve her zaman zafer kazanırlar, başarılı olurlar.
14 Temmuz 1997
Rêber APO
- Ayrıntılar
(Zilan'da daha teorik, daha ilkeli iken, Sema'da daha sorunlarla boğuşma ve pratikleşmeye doğru bir tamamlama olayı var. Fikri'de de bir tutarlı erkek kişiliğinin nasıl yeniden şekillenmesi gerektiğine dair çok duyarlı, anlamlı yanıt var.)
Eskiden kitabi olmak derlerdi. Biz, buna anlama gücüne saygı göstermek ve ona göre bir işin, bir amelin sahibi ol-mak diyoruz. Kürt olayında en çok öğrenilmesi gereken ki-tapsız bir halk gerçeği olmasıdır. Çok değerli sözlerin kitabileşmesiyle birlikte yürüyen, gelişen insanlık yarışında kitap-sız olmamız, anlayışsız olmamız ve yaptığımız işlerin, amelin değerinin neredeyse olmaması, kendisine karşı olması gibi bir gerçeğiniz vardır. Şimdi hemen belirtelim ki, ameliniz, prati-ğiniz kitaplardaki doğrulara olduğu kadar bizimde yazmaya çalıştığımız kitaplara göre olamıyor. Başı boş, tüm kitapların yazdığı doğrulara ters, en temel sorunumuz budur.
Şehitler gününde, büyük direnç ve ona kendi bedeninde kızıl köprüler kurarak ulaşmaya çalışan Sema Yüce kişiliğinde en çok söylenmesi gereken; onlar kitaba göreydiler veya bizim durumumuza bakıldığında, bir türlü yanıt veremeyenler kitapsız idiler; doğrusuz, anlayışsız idiler. Bundan sonrası ne yapıp edip kendimizi bu kitaba kavuşturmaktır. Haydi hayatın kitabını da okumayı bilmiyorsunuz, o yetenekle gelmemişsiniz, dolayısıyla bütün direniş değerleri unutulup gidiliyor. Böyle yargılanma günlerinde hesap vermeniz gerçekten çok zor. Ulusal değerler karşısında hesap vermesini bilmeyenler de, ancak lanetliler sınıfına girer; ikiyüzlüler, münafıklar, se-filler grubuna girer. İlkeli olmanız için çok büyük güç harcadık. Fakat isyan pratiğiniz, bunu en az düşman kadar zorlu-yor.
Ulusal değerlere karşı her sahada çalışma hususlarındaki bu duruş, yaklaşım tarzınız kesinlikle varsa bir gücünüz, bir samimi sözünüz, artık zarar vermeyecek kadar biraz da yararlı olabilecek bir yeterliliği yakalamalıdır. Tarihte Kürtler gerçekten de insanın yarış ettiği ve kazandığı konularda en anlayışsız duruma düşürülmüş -bu tabii doğal karakter değil, düşmanları tarafından bu duruma düşürülmüş bir halk olarak da değerlendirilebilinir- daha çok bu gerçeği yansıtıyorsunuz. Ama yanlış bir gerçektir. Düşmandan kalmış, lanetli, belleği yitirilmiş, tam da düşmanına göre oluşturulmuş sahte bir ger-çekliktir.
Parti savaşımımız ilk elden kendimizdeki sahteliğe kar-şı savaştır. Burada iyiniyet o kadar önemli değil. Gereklidir, ama iyiniyetin içi yüksek anlayışla doldurulmazsa belki de kötü niyetliden daha çok zarar verebilir de. Doğrusuz, savaş-sız, aşksız bir yalan yaşam gerçeği; işte bir cümleyle tarifi ve-ya tersinden söylersek; yanlışlarla, yenilgilerle anlamlı olma-yan bir savaş ve güdülerin sınırlarına takılmış çirkinli yaşam.
Bu büyük bir savaştır. Bize çok gerekli olan ve esasta da doğru bir çizgisi vardır bu savaşın. Ama halen gerçekliğimizle birleştirmeye çalıştığımız bir çizgiye karşı büyük bir homurtu var. Körce bir bağlılık kadar, çoğunlukla düşmana hizmet eden, yine kör bir çabayla savrulmalar var. Burada en büyük savunma gerekçeleriniz; "beynim, yüreğim fazlasını kaldıramıyor" oluyor. İşte bu da yenik düşmenin diğer bir ifadesidir. Fazlasını kaldıramıyorsan neden geliştirmiyorsun? Neden günleri böyle harcıyorsun? Burada tarih karşısında, insanlık karşısında savunma olamaz. Hatta sınıf tanınmaz bir duruma geldiği için de, en başta kendini kandırmadan tuta-lım, ipe sapa gelmez her türlü dili, her türlü dayatmayı, herkese, her yerde çekinmeksizin, düşman olmaksızın, hatta iki gözü karalıkla sergilemekten geri durmuyorsunuz. Ama hayat da size hep bu temelde vurdukça vuruyor. Yararlı olmaması yüksek anlayışsızlığınızla izah edilebilinir.
Bugünlerde demek ki bir anlayış geleneği, özellikle pratik yaşam, savaş pratiğine damgasını vurmadıkça kendinizi affetmeniz asla mümkün değildir. Cezai anlamda affetmekten bahsediyorum. Yaşamın her yürüyüşünde bizi kahredecek engellerle karşılaşmaktan kurtulamazsınız. Buna gerek du-yuyorum ve öyle de oluyor. Başınızı nereye çeviririseniz di-kenler batar, nereye atarsanız oraya yapışıp kalır. Bu gerçeğinizi oluyor.
Hangi özgür yaşam ilkesine, savaş ilkesine başarıyla bir yürüyüş gerçekleştiriyorsunuz? Nerede, yaşamınızın hangi döneminde? Bugünlerde bunları sorgulamak gerekiyor. Bu-rada sizde çokca gördüğümüz diğer bir husus da, böyle günleri, ağlama günlerine ve ucuz tersinden dinsel, duygu günlerine dönüştürmeniz yetmez, kurtarmaz. Önceleri halkımız ba-zen zoraki çok ağlar, zoraki çok sahte gülerdi. İkisinin de de-ğeri yoktur. Halbuki bu şehitler belki de insanoğlunun en zor denediği kahrolma ve kahretme biçimini gerçekleştirdiler. Haydi birilerinin, düşmanın eliyle insan ateşlere atılır, -ta İb-rahim Halil peygamberinden tutalım, Hallacı Mansurlar'a ka-dar ama- onlar sadece düşmanları tarafından atılmıştır. Ben hatırlamıyorum kendi özgür iradesiyle ateşlenmeyi, hem de en genç yaşta, hayatın baharında ve çok rahatlıkla başka mü-cadele biçimlerini de deneyebileceği imkanları olduğu halde. İlktir, öyle tahmin ediyorum ve bu bizi çok büyük düşünmeye zorluyor, zorlamak zorunda.
Benim özellikle PKK şahadet gerçekliğinde, diğer bir çok hususta çalışmalardan geri durmamakla birlikte anlamından kopmamaya çalıştığım esas gerçekliktir; şahadet gerçek-liği. Anlayış ve uygulama esaslarında ciddi bir yetersizliği yaşamamak için diyebilirim ki, en büyük özeni gösterdim ve istenildiği kadar olmasa da, bağlı kalmayı ucuz bir söz ol-maktan çıkardım. Savaşsallaştırmada da bir iki adım attım. Daha fazla güç olsaydı kişilikte, şüphesiz daha fazla bir ger-çekleştirmeyi de sağlamaktan çekinmezdim. Ama bizde böyleyken, sizde nasıl oldu? Baktığımızda durumlarınız iç açıcı değil. İşte burada, bu büyük boğuşmayı yaşadık sizlerle, ya-şamak zorundayız. Çünkü bu değerler öyle kolay çiğnenecek değerler olamaz. Körce bir kavgayla da anlamı yerine getiri-lecek değerler olamaz. Kürt çeyrek asrı geçen sürede kendini tanıdı tanıyalı, kendi canlarını halklar uğruna gözünü kırpmadan feda eden insanlar gibi olmayı belki başaramadım, ama onların anısının sağlam bir takipçisi olmada da nefes nefese bir yürüyüşü gerçekleştirmekten kendimi geri tutmadım. Dara ağaçlarında, ölüm kusan mermilerin delik deşik ettiği vucutlara saygılı olmak için gücümü çok iyi kullanmaya çalıştım ve gelinen noktada sözümde, eylemim de ciddiye alınan bir konuma geldim. Herhalde bunda en belirleyici etki bu şehitler gerçeğinin ta kendisidir.
Şüphesiz şehitler gerçeği için bunları belirtmek kendi başına yetmiyor. Şehitler bundan ibaret değil, bir dava takip-çiliği ve hatta savaşımlarına bir yere kadar da mesafe aldırmak tam bunları ifade etmez. İçini sorgulamak daha büyük ö-nem taşıyor. Bunlar genelde özgürlük kavramıyla açıklanmak isteniyor. Gerçekten çok genel bir kavram. Onun nasılı çok daha yakıcıdır ve gerçekleştirmesi de bir o kadar zordur. Şe-hitlerin bir çok takipçisi var. Benden daha fazla kendini adı-yanlar var. Ama dikkat edilirse bunlar bile onları unutturmaktan ve hatta anlamsız bulmaktan öteye bazen ileriye gidemi-yorlar. Demek ki takip etmek uğruna ölmek yetmiyor. Daha başka şeyler gerekiyor. Bu, başka şeylerle içini doldurmak. Çünkü hiçbir şahadet çok büyük bir yaşam gayesi, gerekçesi olmadan gerçekleştirilemez. Biraz da zor olan bunu çözmeye, noksanlığı varsa gidermeye, en ağır bir savaşla da olsa ya-şamsallaştırmaya çaba göstermemiz bizim genelde bir çok ki-şiyle olan farkımızı ortaya koyuyor. Bunu başarmasaydık, şe-hit değerlerine bağlılık ağırlıklı olarak laf olmaktan öteye gi-demeyebilirdi.
En zor hesap verilmesi gereken nokta böylesine kendi kendini sorgulayıp yanıt olmayı sağlama noktasıdır. Şehidin seni fiili olarak denetleyebilecek bir sözü, bir iradesi yoktur. Ama bunun yolaçtığı yanılgı; "onlar adına istediğim keyfi sö-zü, işi yaparım" yanılgısıdır. Bu ağırlıklı olarak bizim gerçek-liğimizde tersliğe götürür. Hele kişilerin çok keyfiliği, onların neredeyse ihanetini bile iyiniyetle geliştirir. Bunun için iç sorgulama şehitlik gerçeğinde çok önemlidir. İç sorgulamayı tek kaldığında da geliştirmek ve bunu başarı düzeyine taşırmak en zor olanıdır. Ve bunun gücünü gösterenler değerlidir; en a-zındandır, fakat en değerli olanıdır. Arsız insanlar üzerinde şehidin dili yoktur ve fazla etkili olamaz.
Herhalde insanların en fazla güç aldıkları da; güç yitirdikleri noktada bu dili olmayan şehit gerçeği karşısındaki du-ruşlarıdır. Bizde o kadar çok ki bunlar, sayılamayacak kadar, fakat bir o kadar da üzerinde durulması gereken büyüklükleri var. Şehitlerdir, sözü alıp gidiyor, ama acaba kaç kişinin hakkını vermek istediği çok kuşkuludur. Burada da iyi niyetten ziyade, bitik kişilik yanıt olamıyor, gücü yok. Beyinde, yü-rekte kendini çoktan vurmuş. Bununla neyi yapabilir ki? Ken-disine güveni, terbiyesi, bir iradesi kalmamış ki şehidi anla-sın. Bu tehlikeyi bertaraf etmeye çalışıyoruz. Bizim bu konudaki sloganımız; şehitlerin komutası altında bu son yıllardaki savaşı götürmektir. Eğer "neden keyfimizce değerlendirilemi-yoruz" diyorsanız, benim de size söylediğim; şehitlerin ko-muta gerçeğinin ne olduğunu anlamaktır. Tanımayacaksınız böyle bir komutayı, o zaman benim size söyleyeceğim fazla bir şey yok.
Bu rezil yaşama karşı bir darbe olan şehitliği, yeni ya-şamınızın düzeltilmesinde etkili bir silah olarak kullanamazsanız, hiç kimsenin sizi ciddiye alması, hayatın kendisinin si-zi bağışlaması mümkün değildir. Burada kara cehalet örneği, alabildiğine tıkanmış duygularla çok sözde kalan, dediğim gi-bi ucuz gözyaşları veya yaşam duygularıyla yanıt olamazsı-nız. Çünkü şehit gerçeği kadar kesin, yalansız-dolansız olan bir başka gerçek yoktur. Israrla bu gerçeğe göre kendinizi gerçekleştiremezseniz, gerçekten kabulünüz mümkün değildir. Onlar ki yaşamın yeniliğini, kendi bedenlerindeki ateşi, küllerinden yaratmayı söz olarak veriyorlar. O zaman acaba sizin için bu ne anlama geliyor? Bu çünkü katı bir gerçek. O-nun için şu bireysel hevesler, keyfi duruşlar bu gerçekle tezat, terslik teşkil ediyor diyorum. Birileri bu kadar büyük fedakarlık eylemi koyacak; sen bunun tersiyle onun mirası üzerinde yaşayacağını iddia edeceksin. Buna kargalar bile güler.
PKK ve onun askeri savaş birliklerinde ortaya çıkan laf anlamazlık, bildiğini kuralsız ve fazlasıyla bencillik temelinde dayatmalar bir başkaldırıdır. Ama daha çok da bu kutsal değerlere bir başkaldırıdır. Çoğunlukla zarar verdiler. Anla-yışı kıt olanlar kendilerini kaybettiler ve büyük kazanmadık-ları da doğru. Bunun anlaşılır kılınması için biz çok çaba harcadık. Dağları-taşları kitaplarla, çözümlemelerle doldurduk. Ama siz bir kaç tane ilkeye göre yürümeyi yine beceremediniz, yahut dağların dizginlerinden kopardığı, güdülerin biraz kendini serbest gördüğü bu dağ havasında, çok aşırı ileri gittiniz bencillikte, keyfilikte işte burada da şehit gerçekliğimiz dur hareketi oluyor. Doğruya da gel hareketi oluyor. Umarım eğer illa böyle günlerde bir değerlendirme gücü yaratmak is-tiyorsanız kendinizi dürüstçe bir affetme, islah etme kararlı-lığını da yaratmak istiyorsanız, bütün yüce dinlerde olduğu gibi, halkımızın da gerçeğinde, hatta toplumsal insani birimlerde bile bu bağışlanma siyaseti doğru olabilir. Bunu da aşırı zorlamamak gerekir. İşi-gücü kötülük olanların bağışlanması herhalde doğru olamaz. İncir çekirdeği kabilinde değersiz şeyler yüce yaşamı onun araçlarını birileri bozuyorsa, bir tu-tum davranış varsa, kesinlikle ona yer vermemek, bağışlanmak kurumunu da anlamak açısından çok gereklidir. Ama illa birileri güzel bir iş yapmak istiyorsa da, ona bir affetme olanağı sunmak, böyle günlerde anlamlı olabilir. Kişinin kendini affetmesi, bağışlatması, islah etmeye yönelmesi mümkün olabilir. Değerlendirmek gerekir. Eskiden tanrılar, muhabıtlar karşısında bunu yaparlardı. Biz şimdilik şehitler karşısında yaparsak bu bizim için fazlasıyla yeterlidir.
Şehitlik gerçeğinde bir kaç hususu daha da belirtmek gerekebilir. Özellikle bizim için çok trajik olan bu şehitliklerde bir derin zayıflık var. Hele böylesine şahadetlerden kaçamamak, kendini mahkum görmek tam bir trajik zemine da-yalıdır. Büyüklüktür, fakat trajiktir. Bu nasıl bir nokta, zemindir ki, böylesine insanlık tarihinin en ender olabilecek bir ey-lemine zorluyor. Bunu mutlaka anlamak gerekiyor. Bu zemini bir de kurutmak gerekiyor. Bunu çok düşünmek gerekiyor. Bu büyük zayıflık zeminin kişiyi böyle en kahramanca trajik bir eyleme zorlayan gerekçelerini, nedenlerini ortadan kaldırmak gerekiyor. Benim biraz yapmaya çalıştığım buydu. Be-nim böyle bir eylemi göze almam mümkün değil. Ama bu ze-mini kurutmak için de benim kadar bu işin ustası olmak, hem de amlansız savaşçısı olmak, belki de yine tarihte hiç görülmeyecek gibidir. Ve kaldı ki, bu ikisi de birleşti. Benim bu bir yerde büyük duruşu, büyük trajik eylemi zorlayan gerçeğin, tarzın ve bir de bunu ortadan kaldırma çabam korkunç bir bu-luşmayla kendini ifade ediyor. Önlemek için çok büyük bir çaba harcadım, ama esasta sadece bu sembol eylemler değil, yoğunca yaşanan şahadetlerde de bu vardır.
Bir ana ilkeye bağlılığın götürdüğü bir eylem iken diğer yandan orada ilkenin uygulanmasında kişilikteki yetersizliği, olmadık yerdeki şahadeti gerçekleştiriyor. İlkeye bağlı bizim şehit adayı, müthiş bağlı, benden daha fazla. Onun gereklerini büyük bir savaş ustalığıyla gidermek sözkonusu olduğunda yapamıyor, çok trajik düşüyor. Şimdi benim yaptığım biraz daha farklı ilkeye bağlılık, ama o zeminde yakılmamak için korkunç bir politik sezgi, askeri olmanın o gün için gerekleri, inanılmaz bir tarz ve tempoyla birleştirilerek, en zor anda en önemli çıkışı yapmak, başarmayı sağlamak gibi duruma yol-açma budur. Bizim sanatımız bu.
İlkeye bütün insanları uyarlamak birinci en temel işim. Ama bu ilke yakan ilkedir. Bu ilke, kesinlikle eğer ciddi bir hazırlığı, ciddi bir irade eğitimini askeri, siyasi, örgütsel, ya-şamsal yoksa feci olacağı açık. Bunu çok erkenden biliyo-rum. Benim bütün yürüyüşüme, tarzıma, tempoma damgasını vuran aslında bu gerçekliğin ta kendisidir. Hayret ediyorum bu gerçekliği neden siz bu kadar göremiyorsunuz. Korkunç bir şey! Haydi şehit gerçeğiyle bunu ödedi, ya siz nasıl öde-yeceksiniz? En büyük soru benim için budur. Neyinize güveniyorsunuz da öyle yaşıyorsunuz?
İlkeleri zorlayarak yaşamak, savaşmak; ilke egemen ol-du da mı tutuşup feci düşmek. Bu nasıl gerçeğinizdir, halen dehşetle etkisi altında kaldığım bir husustur. Neden aşma gü-cünü gösteremiyorsunuz. Bunun için bu gördüğünüz, yaşadı-ğınız gibi dağları taşları ilkelerle doldurduk. İmdadınıza ye-tişmek için. Ama oralı bile olmayışınız, hatta tersinde ısrar nasıl izah edilecek? Neyle sonuçlandıracaksınız. Trajik ihanetler de çıkıyor, trajik değil de çok aşağılık ihanetler. O da bununla bağlantılı. Burada ihanet ve hain gerçeği nedir? Şehit gerçeği nedir? Şehit; ilkeden taviz vermemek ise, hain ve ihanette tam bu noktada en zorlu zeminde ilkeyi amansız çiğnemedir. Hain; en çok gerekli olduğu yerde ilkeye bağlılığı en gözükara çiğneme kişiliğidir. Ve tarihimizde bunlar da ger-çekten bol, şehitlerimiz ne kadar bolsa. Ki, sanıyorum burda da bir diyalektik bütünlük var. İhaneti bol olan, bir acımasız, utanç verici gerçeklikten büyük şahadeti bol olan bir gerçek-liğe ulaşmamız, Partileşmemiz sanıyorum bir bütünlüktür, ge-rekli olandır.
Hiçbir ihanet bizdeki kadar ilkeye ters düşmez. Ve böylesine aşağılık bir biçimde gerçekleştirilemez; ama hiçbir şa-hadet de bu kadar cesur ve fedakarlık temelinde gerçekleştiri-lemez. Bizim görevimiz; bu ikisinin de hakkından doğru ge-lebilmek. Hainin ve ihanetin üstesinden doğru gelebilmek ka-dar, bu şahadetin de üstesinden gelebilmek. Bunu düşünme-niz gerekir. Çünkü sizin gerçeğiniz de bu iki ilke arasında ve-ya bir ilkeye sınırsız bağlılıkla birlikte, sınırsız ona karşıtlık temelinde düğümlenmiştir. Gerçeğinizin bu ikilemden kurtulması imkansızdır. Tanrısal ilkeleşme dediğimiz artık bu noktaya gelip dayanmıştır. Ruh kadar, düşünme gücünü göstermeniz gerekiyor. Gerisi nedir? Bu ilke arasında savrulma; boş laflar, boş yaşam, çirkinlikler ve her gün birbirinizi yıpratmalar, yormalar oluyor. Ama esas olarak sonuçta belirleyici olacak ya ihanet, ya direniş zaferidir. Hesabı kesin doğru yeterli yapmak. Herhalde bugünlerde en çok gerekli olanlardır.
Bu çerçeve temelinde biraz da eğer sözkonusu olan Zi-lan kişiliğiyse ve onun en güçlü ardılı Sema Yüce ve kısmen de Fikri Baygeldi yoldaşsa, daha özgü olanı da dile getirmekte gereklilik vardır. Genel ilkeye bu yoldaşların bağlılığı tartışmazsızdır ve yüce değerdedir. Yüce kuvvette, cesarette, fe-dakarlıktadır. Özgü olan yanını da bizim aşmamız gerekir. Ö-zellikle benim için kendilerini adamaktan bahsediyorlar. En büyük güvenceleri olarak bizzat ismen bizi zikrediyorlar. Bir yerde bu eylemlerini bize vasiyet ediyorlar. Esasta bu eylemin büyüklüğünü benim halka insanlığa ve Partiye taşırabileceğime çok büyük bir güven duyuyorlar. Daha da önemlisi çözebileceğim, gereken sonuçları çıkarabileceğimi bana yük-lüyorlar. Bunlar yazılmış, hepsi belgeli. Özlü mektuplar, söylenmesi gereken tüm doğruları yalın bir şekilde yazmışlardır. Her cümlesi çok değerlidir. En güzel cümleler var.
"1995'te Dersim'de ordu saflarına katıldım. Ordu safları içerisinde olduğum süre içerisinde geçmişe oranla kendi kişiliğimi tüm yönleriyle tanıyarak belli bir gelişmeyi sağladım. İddia, kararlılık, moral, netleşme gibi ko-nularda güçlendiğimi belirtebilirim.
Partimiz PKK öncülüğünde gelişerek tüm insanlığa malolan ve giderek ezilen halkların yüce sosyalizm yolundaki tek umudu haline gelen mücadelemiz bir bütünen u-lusal yok oluş sürecini yaşayan, soysuzlaşmanın eşiğine getirilen bir halkı tarihte ilk defa yücelterek hak ettiği ye-re getirmiştir. Böylesi ulusal değerlerini, beynini, ruhunu, öz kimliğini düşmana kaptıran bir halkı yeniden diriltme-nin ağır görev, sorumluluk, tarihi bilinç ve üstün öngörü, büyük cesaret ve fedakarlık, yüce azim gerektirdiği açıktır. Yurtseverlik rolünden uzak, düşmana tabi, vatansız, tarihi egemenler tarafından gerçek aydınlarını ve önderlerini istenilen düzeyde çıkaramayan yitik bir ülke ve -halk gerçekliği karşısında PKK ve onu var eden Başkan APO, aleyhte gelişen bu gelişmeyi tersyüz ederek sadece kimliği değil, beyni de egemenler adına çalışan, ona hizmet eden, onun için savaşan ve giderek hayvanlaşmanın eşiğine getirilen ve emperyalizmin de hizmetine sunulan Kürt halkını ölüm uykusundan uyandıran, dirilten, kendi özgürlüğü için savaşan, savaştıran bir konuma getirmiş-tir. Büyük Kürt şairi Ahmede Xani "Eğer bizim de dü-rüst, namuslu önderimiz olsaydı, Araplar'ın, Acemler'in ve Türkler'in kölesi olmazdık" diyor. Kendi bireysel, ailesel, aşiretsel çıkarlarını esas alan, ulusal gerçeklikten ko-puk, Kürdistan tarihindeki sahte önderlerin varlığı bu la-netli gerçeğin uzun bir süre devam etmesine neden olmuştur.
Her halkın tarihine bakıldığında, özellikle devrim süreçlerinde mücadele veren, başarıya ve kurtuluşa götü-ren, yaşadıkları döneme damgasını vuran önderleri vardır. Tarih öndersiz hiçbir ulusal ve sınıfsal hareketin ger-çek anlamda başarıya gitmediğini doğrulamaktadır. Ön-der, yaşatılmak istenen yenilik ve gelişmeleri en üst dü-zeyde temsil eden, yani yeni insan, yeni toplum düşüncesine denk, bütün yaşamını bir halkın yaşamına göre düzenleyen, kendi kaderini halkın kaderinde bulan ve o halkın acılarını, duygu ve taleplerini en derinden yaşayan ve kurtuluş için pratik görevleri en üst düzeyde omuzlayandır.
Hayati gerçekliği olmayan, her alanda bitirilmiş, hiçbir halkla kıyaslanmayacak kadar kendisine yabancı-laştırılmış, ulusal, kültürel, sosyal, siyasal değerleri sö-mürülen bir halk gerçekliği karşısında PKK Önderliği kuşkusuz çok farklı olmak zorundadır. Bu anlamda Parti Önderliği bir çok yönüyle daha özgün, daha yeni, daha gelişkin yaşamıyla yaşatan ve kendi yaşamını adeta kos-koca bir insanlığın yaşamına adayan bir durumdadır. Be-lirleyiciliği ve önemi bu noktada kesin ve tartışmasızdır.
Dünya devrim tarihine baktığımızda gerek ulusal, gerekse sınıfsal kurtuluş mücadelesini veren halkların, devrimin gerçekleşme olanağını yaratan tarihi, sosyal, sı-nıfsal, kültürel bir zemin ve birikimi vardır. Ulusal inkar yoktur. Kişilik sorunları bizdeki kadar derin değildir. Ta-rihleri bizdeki çarpıtılmamıştır. Kadın cinsi bu kadar sö-mürülmemiştir. Dini olgular bizdeki kadar kesinlikli, kötü tarzda işlenmemiştir. O halkların mevcut konumlarına tepkileri vardır. Özgürlük, eşitlik vardır. Önderlerinin güç aldıkları az çok aydınları vardır. Kürdistan devriminde ise bu belirtilen hususların tümü bitmiş bir durumdaydı.
Parti Önderliği çok zayıf bir gerçeklikten yola çıkmıştır. Din sorununa, kişilik sorununa, kadın ve aile sorununa yaklaşımı oldukça özgün ve bilimseldir. Rus devriminin önderi Lenin bile kadın sorununun çözümünde ol-dukça yüzeysel kalmıştır. Kadının ordulaşması, gerçekle-şen Kadın Konferansı ve Kadın Kongresi dünya devrim tarihinde ilk kez bizde gerçekleştirilmiştir. Parti Önderli-ği'nin yaşam tarzı, fedakarlık, cesaret, derinlik, duyarlı-lık, zeka, öngörü, yorumlama gücü, bağlılık, bilimsellik, tecrübe, birikim düzeyleri hiçbir önderlikle kıyaslanma-yacak boyuttadır. Olayı ele alış tarzı doğmatik değildir. Parti Önderliği Kürdistan gerçeğini, dünya devrimlerini çok iyi tahlil edip sonuç çıkarmış ve Kürdistan devriminin özgünlüğünü ortaya çıkarmıştır. Taklitçi, kalıpçı, doğmatik bir tarzda değil, oldukça yaratıcı bir tarzda ele al-mıştır. Gerçekleşen sosyalizmi çok iyi tahlil etmiş ve kendi halk gerçekliğine uygun bir tarzda uyarlamıştır. PKK, Parti Önderliği'nin şahsında ifadesini bulmuştur.
Kürdistan tarihinde sağlanan bu gelişme, onun e-meği, onun gelişmesidir. Kendisi sevgi kaynağı, birleştirici ve bütünleştiricidir. Kendi şahsında yeni insan tipini-profilini çizmiştir. Bir insanın ne kadar gelişebileceğini kanıtlamıştır. Kürdistan Ulusal Kurtuluş mücadelesinin bu-günkü düzeyi "Partileşelim, Ordulaşalım, Cepheleşelim, Zaferi Kazanalım" şiarına denk düşen, bütün tali sorunları bir kenara bırakarak bütün Kürt halkıyla düşman gerçeğine doğru yaklaşma temelindedir. Gelinen noktada hemen hemen bütün Kürt halkıyla beraber milyonlarca insanı sıcaklığıyla saran, Ulusal Kurtuluş devrimine ve sosyalizmin hizmetine sokmuş, faşist TC'yi askeri, siyasal, kültürel, ekonomik her konuda geriletmiş, çözümsüz bı-rakılmıştır.
Zaferin öngünlerini yaşadığımız yeni süreçte halkın kurtuluş umutları olan bizlerin, Parti Önderliğimiz'in ya-şamı, düşünceleri ve mücadelesine yakışır bir biçimde dö-nemsel bütün görevlerimizi en iyi bir şekilde yerine getirmemiz gerekiyor. Sıkça tekrarlanan küçük burjuva, köylülük, feodal anlayışların kişiliklerimizdeki yer etmişliği, düşmanın şekillendirmesi, özel savaşın etkileri ve buna benzer gerekçelere sığınarak çeşitli özeleştirilerin bizleri ilerletmediği açıklık kazanmıştır. Verilecek en iyi bir özeleştirinin doğru bir pratikten geçtiğine inanıyorum. Düş-man topyekün üzerimize geliyor. Bizim de olanca gücü-müzle düşmana yüklenmemiz, özgürlüğün bedelini en ka-rarlıca ödeyeceğimizi düşmana hissettirmemiz gerekiyor. Mücadele tarihine baktığımızda PKK, akıl sınırlarının anlamakta zorlandığı büyük kahramanlık, direniş, emek, kararlılık ve inançla yaratılmıştır. Direniş, PKK'nin temel karekteri olmuştur.
Bizlerin bu tarihi mirasa sahip çıkmamız ve sürecin gereklerini yerine getirmemiz gerekiyor. Süreç, intihar ey-lemlerini gerekli kılıyor. Bu hem bir taktiksel çıkış olacak, hem de bizim açımızdan büyük moral etkileri olan bir ey-lemlilik olacaktır. Düşmanın Önderliğimiz'e suikast girişiminde bulunarak sonuç almaya çalıştığı bu süreçte düş-mana verilecek en iyi bir cevap olacaktır. Bu tür bir ey-lemlilik moralmen bozguna uğrayan düşmanı çıldırtmak, düşmanı bulunduğu her alanda çepeçevre kuşatmak, ül-keyi ona zindan etmek anlamına geliyor. Bizim açımızdan ise başta halkımıza, bütün savaş güçlerimize moral vermek, cesaret ve direnişi güçlendirmek, dost-düşman herkese davamızda ne kadar kararlı olduğumuzu ve bu u-ğurda özgürlüğün bedelini bombaları kendimizde patlatarak gerçekleştireceğimiz mesajını bir kez daha vermek, halkımızın özgürlük istemini bütün dünyaya duyurmak ve ileriki süreçte halkımızın bu yönlü direnişler geliştirmesinin öncülüğünü yapmak savaşın her yerinde ivme kazandırmak anlamına gelmektedir.
Başkanım!
Kendimi intihar eylemini gerçekleştirmek için aday görüyorum. Bizler, sizin bitmez tükenmez emek ve çabalarınıza karşılık canımızı bile versek yeterli değildir. Keş-ke canımızdan başka verecek şeylerimiz olsaydı. Siz ya-şamınızla bir halkı yeniden yarattınız. Bizler sizin eseriniziz. Tüm Kürdistan halkının ve dünya insanlığının gelece-ğinin teminatısınız. Yaşamınız bize onur veriyor, sevgi, ce-saret, inanç, onur veriyor. Tüm Kürdistan halkı ve mil-yonlarca insan size ölümüne bağlıdır. Sizin bu çekiciliğiniz bizi de oldukça etkilemektedir. En zorlandığımız an-larda sizin bizlere olan sevginizi düşünüyor ve manevi güç alıyoruz. Şehide en çok bağlı olan sizsiniz. Bu temelde gö-zümüz kesinlikle arkada kalmayacaktır. Bu eylemi, ger-çekleştirmem gereken bir görev olarak görüyor ve kendimi sorumlu hissediyorum. Mevcut geriliklerimi aşmanın, özgürleşmenin ve kendini gerçekleştirmenin savaştan geç-tiğini ve bu savaşın da gereğinin yerine getirilmesinin ge-reğine inanıyorum. Mazlum, Hayri, Kemal, Ferhat, Bese, Beritan, Berivan ve Ronahi yoldaşların direnişlerine sa-hip çıkmak ve onların takipçisi olmak istiyorum. Halkı-mın özgürlük isteminin ifadesi olmak istiyorum. Emper-yalizmin kadını köleleştiren politikalarına karşı, bombayı kendimde patlatarak hıncımın ve öfkemin büyüklüğünü göstermek ve Kürt kadınının dirilişinin sembolü olmak is-tiyorum.
Yaşam iddiam çok büyük. Anlamlı bir yaşamın ve büyük bir eylemin sahibi olmak istiyorum. Başkan APO önderliğinde yürütülen Ulusal Kurtuluş mücadelemiz çok yakında zafere ulaşacak ve mazlum halkım dünya insanlık ailesi içerisinde hak ettiği yerini alacaktır.
Bu temelde Başkan APO'ya, tüm Kürdistan şehitlerine, tüm savaş ve cephe güçlerimize, zindandaki yoldaş-larımıza, Kürdistan halkına ve insanlığa bağlılığımızı bir kez daha ifade ediyor ve onlara layık olmaya çalışacağıma dair söz veriyorum.
Yaşam iddiam çok büyük. Anlamlı bir yaşamın ve büyük bir eylemin sahibi olmak istiyorum. Yaşamı ve insanları çok sevdiğim için bu eylemi gerçekleştirmek isti-yorum."
"Yaşamı ve insanları çok sevdiğim için bu eylemi ger-çekleştirmek istiyorum", ikinci sefer tekrarladığı cümle. Mü-kemmel söylenmesi gereken bütün doğruları söylemiş. Onun ardılı Sema Yüce'den bir iki alıntı almak istiyorum.
"Mevcut durumda, düşman bu politikalarında so-nuca ulaşmak için son bir hamle hazırlığındadır. Türk Genelkurmaylığının son hareketliliği bunu ifade ediyor. Açık ki, yine kirli politikaların merkezinde Başkan APO'-yu etkisiz kılma sınırlandırma bunun politik çizgisini, ona rağmen işlevsiz kılma yaklaşımı vardır. Bu politikalarındaki ısrarın nedeni, yine Parti içindeki bir türlü özgür ya-şam seçeneğine doğru bir merkezileşme ve kurumlaşmaya gelmeyen erkek ve kadın kişiliklerine duyulan güven vardır." Son iki yılda açığa çıkan bu gerçekliği vurgulaması an-lamlıdır yoldaşın. "Ancak Kürt kadını Başkan APO'nun emrini almıştır. Kendini düşmana, onun kirli emellerine alet etmeyeceğini göstermiştir. Başkan APO'nun 8 Mar'ta tüm kadınlara seslendiği konuşmasında ifade ettiği kadın eksenli bir kurtuluş ideolojisinin geliştirilmesi gerektiği böylesi bir öğretinin savaş sorunlarında kalıcı bir barışa, özgür insana kadar bir çok soruna çözüm olacağı temelindeki açıklamalarını Kürt kadını kavramıştır. 8 Mart'tan başlayıp 21 Mart'ta doruğa çıkan eylem yürüyüşünde bu-nu ispatlamıştır.
Başkanım,
Bu temelde beynimi, yüreğimi ve bedenimi 8 Mart-'tan 21 Mart'a ulaşan ateşten bir köprü yapmak istiyo-rum. Çağdaş Kawa Mazlum Doğan'ın ve diğer tüm şehitlerimizin iyi bir öğrencisi olabilmek için Zekiye gibi yanmak, Rahşan gibi Newrozlaşmak istiyorum. Diğer New-rozlaşan Berivan, Ronahi, Mirza Mehmet, Eser yoldaşla-rın izinde kararlıca yürümek istiyorum. Kadının yaşam gücünün, zafer gücünün olduğuna, kadının da yoldaş olabileceğine olan inancımı soylu bir eylemle taçlandırmak istediğimin nedeni soyluluğun bilinen tüm tanımlarından arındırarak kendisini basit düşleri, büyük insanın erdemi olduğunu haykırmak isteğimdir. Öğrencisi olmaya çalış-tığım şehitlerimizin eylemleri üzerinde çok düşündüm. Her gün, her an devrim ateşinde yürüyerek yanmayı bu-nun sırrını kavramayı çok istedim. Gördüm ki, bu kendini aşan insanın eylemidir. Bu kararı verdikten sonra, tekrar tekrar büyük bir iç savaşı yaşadım. Kendimde bütün beşeri zaafların ayartıcı gücünü son bir kez daha gördüm ve yendim." İşte sizin yenemediğiniz gerçekliğiniz, bura-da bu büyük insan yeniyor. "Özgür yaşam, özgür kadın tutkum bana bunu emrediyor. Başkan APO'ya bağlılık andımın bu tutkumun ateşinde kül olmak ve küllerden kendimi yeniden yaratmak olduğunu, şimdi daha iyi an-lıyorum. Kendimde yaşamı yaratma kararında en önemli güç kaynaklarından biri de kadının Partileşme silahı olan YAJK'tır. YAJK hem Başkan APO'nun kadının yoldaş o-labileceğine inancının eseridir, hem de inanıyorum ki, Başkan APO'nun öğretisinin kurumlaşmasının yayılma-sının ve derinleşmesinin önemli silahlarından biri olacaktır. Bu yüzden YAJK'ı daha da büyütmek, her Kürt kadı-nının, hatta bölge halklarının kadınlarının asli görevidir.
Başkanım,
Zafer tanrıçamız Zilan yoldaşın vasiyetine bağlılı-ğımla bunun görkemli eylemine sadece özüyle değil, biçim itibarıyla da cevap olmak isterdim." Biçim derken pratik yaşam,savaşım noktasında diyor. Fakat zindan koşullarında bu mümkün değil. Yani "zindanda olmasaydı, taktikte savaşta zafer, yaşamda özgürlük bunu denerdim" diyor. Yani "böyle bir eylemim olmadan da ben bunun gereklerini özgür savaş, yaşam koşulunda yapmayı da çok isterdim" diyor.
"Bu Newroz'da ayağa kalkan binlerce çocuk yüreğinin mahsumiyetiyle buluşmak bu vasiyetin takipçisi ol-makla mümkündür. Bu büyük savaş istemi özgürlük istemiyle birlitkte zindanın tutsakladığı koşullarda çocuk yü-reğinini masumiyetiyle buluşmak. Bu vasiyetin takipçisi olmakla mümkündür. Özgürlük tutkum çok büyük, bu tutkuyu yaşam gücüne dönüştürebilmek için tek varlığımı kendimi Başkan APO'ya adıyorum." Dönüştürebilmek i-çin, yani bir yerde bu özgürlük tutkusunu yaşamsallaştırılma-sının, buna dönüştürülmesinin bir gereği olarak kendini adamaktan bahsediyor. Buna güveniyor.
"Kadınlar küllenen Kürt ateşinin kıvılcımlarıdırlar. Küllerinden yeniden doğmayı başaran, bunun kıvılcımı o-labilen her kadın, özgür Kürdistan'ın dokuyucusu olacaktır. Ancak bu bile Başkan APO'ya cevap olmaya yetmez. Cevap olabilmek için karartılan her yürieğin ateşte arınması gerekir. Ancak kendimi, kendi yüreğimi verebilecek güçteyim. Kendimi Newrozlaştırırken, beynimi ve yüreğimi, bedenimin her hücresini bu öğretinin yoluna adadığı-mı bir kez daha belirtiyorum. Bağlılık andımı yineliyo-rum."
Halka hitabı var, emekçi Anadolu halklarına hitabı var. Hepsi çok değerli ve bir manifesto gibi. İnsanlığa da var, herkese var. En son kadın yoldaşlara
"Başkan APO'nun öğretisi ve Zilan yoldaşın vasiyeti bizlere yürümemiz gereken yolu göstermiştir. Bize düşen görev anlamak, kavramak ve uygulamaktır. Bunun yolu günlük Parti içi sınıf mücadelesini yürütmek, kadın sa-vaşçılar olarak bu mücadelenin öznesi haline gelmektir.-Bu savaşta temel silahımız YAJK'tır. YAJK'ı büyütmek, kurumlaştırmak için her kadın savaşçı bugüne kadar ge-lişen deneyimleri iyi özümsemeli, şehitlerin öğrencisi ol-malı, günlük yaşam içinde kendini her an yaratmanın sa-vaşımını vermelidir. Kadının öncüleşmesi cins kurtuluşunun basit bir gerçekleşmesi değildir. Sistem bunun binlerce dükünleştirici seçeneğini sunmaktadır. Başkan APO herşeyden önce kadının ve erkeğin hareket ettiği zemini değiştirmek iddiasındadır. Bunun pratik öncülüğünü her an Parti Önderliği'nin şahsında görmek mümkündür. Bu anlamda her YAJK üyesi, Parti zeminini farklı yaşam an-layışlarını ideolojik politik örgütlenmenin fırsatı olarak gören ve değerlendiren tüm anlayışlar karşısında mücadele etmektir. Yoğunca bir kesimlerin yaşadığı çok sahte, keyfi yaşam zeminleri olmaktan çıkarmalı diyorum." Ka-dın savaşçılara bunu vasiyet ediyor. "Kadın şehit yoldaşla-rımız bunun mümkün olduğunu soylu eylemleriyle ispatlamışlardır. Onlardan öğrenmeyi bilelim. Büyük tutkula-rın savaşçısı olalım."
Aslında sıradan bir duyarlılığı olan, sıradan bir yüreği olan için bile hayli -sadece sarsıtıcı değil- bir kutsal kitap ka-dar öğretici değerlendirmeler yapıyor. En güzel anlamayı bi-len bir yoldaş olarak Fikri Baygeldi'den bir iki alıntıda büyük yarar vardır. İşte bu da;
"Amed'in Lice ilçesinde iyi bir ailenin çocuğu olarak dünylaya geldim" diyor. "Sakarya cezaevinde kaldım, Sakarya'dan İstanbul'a getirildim, 94'de örgüt üyeliğinden ceza aldım ve Çanakkale cezaevinde yaklaşık olarak 4 yıldır da bu cezaevideyim.
Başkanım, seni çok seviyorum. Sana karşı duydu-ğum sevgiyi ancak senin çerçevesini belirttiğin aşk kav-ramlarıyla açıklayabilirim. Bu yüce ve kutsal bir aşktır. Senin şahsında insanlığa, halka ve şehitlere aşık olma o-layıdır. Çünkü sen hepsinin toplamısın. Hepsini yaşatan ve üst düzeyde yaşayan bilge bir kişiliksin. Sen bir birey değil, bir toplumsun, bir sınıfsın, bir toplum, bir sınıf ol-duğun içindir ki emperyalizm bu kadar pervasızca sana yöneliyor. Emperyalizm ve onun uzantılarının en çok korktuğu şey Kürt'ün iktidar gücü olmasıdır. Bugün Kür-'ün bu aşamaya gelmesinde en temel şeyi senin büyük ça-baların seni kararlı ve inançlı bir biçimde köle Kürdistan üzerine gitmendir. Senin bu büyük çabaların büyük mey-velerini tek tek veriyor.
Partiye dayatılan marjinalleştirme olayı boşa çıka-rılmıştır. Senin uyguladığın tarz UNİTA'cılığı ölü doğurmuştur. Şemdin unsuru şahsında boşa çıkarmıştır. Hiçbir güç artık PKK'yi durduramaz. Çünkü PKK insanlığa malolmuştur. İnsanlığın ve doğanın kurtuluşunu hedefli-yor." Doğanın kurtuluşunu da eklemesi önemlidir
"Ve bunu pratiğinde kanıtlayan bir harekettir.
Başkanım,
Ben kişiliğimde bir çok Parti dışı anlayışlar taşıyo-rum. Bu taşıdığım anlayışlar genelde eski Kürt gerçekli-ğinden farklı değildir. Yani Amed kişiliği içinde belirttik-leriniz en çok benim için geçerlidir -ki bunları çeşitli sü-reçlerde yaptığın çözümlemelerde dile getirmiş, geniş ge-niş çözümlemesini yapmışsındır- Bu nedenle sorunları tekrar dile getirmek istemiyorum. Konferansa sunduğum raporumda bunların hepsini açmışımdır. Artık bilinen so-runları tekrar tekrar dile getirmekten ziyade bunun pratiğini gerçekleştirmemiz gerekiyor. Biz ancak ve ancak bu yöntemle yaşamda gerçek özgürlüğü ve savaşta zaferi ya-kalayabiliriz. Şehitlerimiz bizden birer demogog olmamı-zı istemiyorlar. Bizden sözüyle kişiliğine kavuşmuş er-demli kişilikler olmamızı istiyorlar." Yani söz ve eylemin birleştiği kişilikler.
"Ki, Sema yoldaş son bıraktığı mektupta bu sorunlara özellikle dikkati çekiyor. Sema yoldaş benim komuta-nımdır ve bu eylemiyle komutanlaşan Kürt kadınının sa-dece askeriyim. Asker komutanının talimatı doğrultusunda hareket etmek zorundadır. Ve ben bu zorunluluğun bi-lincindeyim. Gerçekleştireceğim eylem bilincine vardığım şeyi hayata geçirmektir. Sana ve kahraman şehitlerimize layık olmanın yolunun da buradan geçtiğine inanıyorum. Bu eylemimle Sema yoldaşın eylemini daha da görkemli kılacağım ve düşmanın beyninde bir B-7 roketinin patladığı gibi patlayacağım" Buradaki fark, derinlik varolan bazı eksiklikleri tamamlamak. Erkek kişiliğindeki eksikliği, hem de çok diyor; "Çözümlediğimiz Amed kişiliği temelinde böy-le kahramanlık eylemiyle tamamlamayı" hem düşünmesi, hem onu muazzam hazırlıkla pratikleştirmesi gerçekten des-tansıdır.
Bir de eylemiyle komutanlaşan Kürt kadınının sade bir askeri olmak. Şimdi burada tabı anlam derinliği var. Büyük-lük burada. Bu arkadaşımızın çok okuduğunu ve bu eylemi i-çin yıllarca düşündüğünü bir yazı da biliyorum. Öyle hemen bir günde hisse kapılarak eyleme geçmemiş. Yıllardır bütün kahramanlık eylemlerini okumuş. Türkiye'de de kendini ya-kan, ölüm orucuyla şahadete giden bir değerli kadın militanı oldukça özümsemiş, etkilenmiş ve bizim bütün diğer şehitleri özümsemiş, aydın bir kişilik. Fazla sınıf sorunu, yani maddi zorluklardan ötürü de katılmamış. Son derece inancın ve bi-limsel ilkenin bir gereği olarak katılmış ve bu Partileşmeyi gerçekleştirmiş. Hayli farklı biri ve daha çok da bizim çözmeye çalıştığımız insan olmayı bilmiş. Eminim ki yaşasaydı bu büyük irade, büyük düşünce gücüyle en sevilen bir yoldaş olacaktı. Keşke yaşayabilseydi, onları yetiştirebilseydik. Veya en azından biraz katkımız bile olabilseydi veya sizin fazla de-ğerini taktir edemediğiniz nokta bu. Bu da çok çarpıcı.
Halen eğer etkilenmezseniz, onun için diyorum yaklaşmayın gerçeğimize, saygısızlık olur. Gücünüz oranında, bakın diyorlar ki, "biz dışarıda olsaydık". Sanıyorum en iyi bir ko-muta kişiliğinin gereklerini, her savaşta, her çalışmada sergilerlerdi. Bu temelde büyük bir gerçekleştirmedir. Biz bunu e-sas almak zorundayız. Bunların geresinde olan için işte yazı-lıyor; "sahte özeliştirilerle, hele hele bir de düşmanın bel bağladığı kadın ve erkek kişilik ilişki tarzlarıyla olamayız" diyor. Bu şahadetlerin ikisinin de anlamı burada. Size çok sert bir e-leştiri vardır. Kesin dikkate almanız gerekiyor. Ben de tabii ki oportünistlik yapmayacağım. Bunun gereklerini yerine getireceğim.
Daha ilginç bir paragrafı da alalım. Bunu şunun için al-makta yarar var; kendi içinde yoğun bir hem kadın cins sa-vaşını, hem sınıf savaşını yaşatmış bir yoldaş. Sanırım halen yanıbaşındakiler bu savaşımın derinliğini anlamamışlardır. O-nu açmakta yarar görüyorum. Cezaevindeki sorumlu arkada-şımız M.Can Yüce yazıyor;
"Önderliğin 8 Mart'ta yaptığı konuşma Sema arkadaşı çok heyecanlandırmış ve etkilemiştir. Bunun üzerine düşünce ve duygularını 9 Mart 98 tarihinde günlüğüne şu şekilde ya-zıyor; 'Başkanın değerlendirmesi bir eylem klavuzu, yeni bir yaşam manifestosuydu. Önderlik bugüne kadar yaptı-ğı kadın çözümlemelerini ve sosyalizm, ulusal kurtuluşçuluk, özgür yaşam tespitlerini bu gece oldukça cesaretli tes-pitlerle taçlandırarak bir kez daha hepimizin özlemlerinin tutkularının dili ve yüreği oldu. Bu kim ne derse desin APO öğretisinin olgunlaşmış ifadesidir. Kadın eksenli kurtuluş ideolojisi tanımı, sözcükler yeni gelse de bizlerin kavrayamadığı önderlik çizgisinin kısa ve net bir özetidir. Özgürlük arayıcısı olan her insanın, her Kürt'ün ve her kadının kölelikten büyük arınma yolunun müjdesi ve çağ-rısıdır. Bu 8 Mart'ta atılan bu şiarı, verilen müjdeyi, ya-pılan çağrıyı, Newrozlar'a taşımak 8 Mart'tan 21 Mart'ta insan bedenleriyle kurulmuş kızıl köprülerle bağlamak insanlığa, Kürtler'e ve kadınlara taşımak gerekiyor."
Burada günlükten yaptığım alıntıya ara vererek hemen hemen aynı ifadenin son mektubuna da geçtiğini tekrarlamak gerekiyor. Son mektubunda da şunlar yazılı;
"Başkanım bu temelde beynimi, yüreğimi, bedenimi 8 Mart'tan 21 Mart'a ulaşan ateşten bir köprü yapmak is-tiyorum." Arkadaş 9 Mart tarihli günlüğüne düştüğü notta şöyle devam ediyor; "milyonlarca insanın, kadının ve er-keğin basit ve uçuz yaşam alışkanlıkları içinde tükenmekte olan özlerinin bir zerrecik olsun sağ, canlı ve temiz ka-lan yönüne yapılan yeniden dirilirken kendini zaferin te-minatı yapma ve bu erdemli yolda büyüme çağrısıdır. Ben bu çağrıda kendimi, kendi arayışımı, Bese'nin arayışını, Delal'ın arayışını, bizi Lübnan sahasında bir araya çeken arayışı gördüm. Bu gece hep şehitlerimizle olacağım. Be-nim için oldukça güç veren kadın şehitlerimizden Mine, Delal ve Beseler'i anma cesaretini kazandıran bir güç ol-du. Biraz anısından uzak düşmüş bu konuşmayla "bu cesare-tini bana kazandıran güç oldu" diyor.
"Nasıl ki gökyüzünde iki güneş olmayacaksa, bizler için de iki kurtuluş çizgisi, iki ideolojik merkez, iki politik güç olamaz. Kendimize her türden gelenekselliği aşarak tek merkeze bağlanmak zorundayız. Ufkumuzda tek gü-neş Parti Önderliği olmalıdır." Belli ki Sema arkadaş eylemine karar vermeden önce, düşünsel ve ruhsal hazırlığını ön-ceden yapmış ve tamamlamıştır."
Bu biçimde bahsediyor. Çok daha güçlü örgütlüyor kendisini ve başarıyla tamamlıyor. Diğer özeleştiri raporu, 19 Mart raporu var, orada yaşadığı cins ve sınıf savaşımı kırgınlıklarını anlatıyor. Bulamadığı yanıtları onun yarattığı acı ü-züntüleri dile getiriyor. Bir kez daha son cümle; "Partinin her türlü kararını saygıyla karşılayarak irademi kataca-ğımı belirtiyorum, bağlılık andımı tekrarlıyorum"
Burada sadece bu eylem değil, Partinin belirteceği her tür kararı diyor. Her tür kararın içinde, orada Partiyi temsil edenler eğer deseler ki, "senin böyle bir eyleme hazırlandığın belli oluyor. Biz daha faydalı olması açısından bundan sonra bir Partili gibi yapabileceğin işlerin daha da başarılı olacağına inanıyoruz" deseler, bu eylemi gerçekleştirmeyebilir. Ama derinlikten yoksun oldukları için, onunla bu hususu tartışa-mıyorlar. Buna uzun süreden beri güç getirememişler.
Dikkat edilirse çoğunuzun tarzında intiharvari yan ağır basıyor. Ama bizim burada sürekli yaptığımız çözümlemeler, bu intihar eyleminizi durduruyor ve uzun vadedeki bir savaşa dönüştürüyor. Bunu bilen bir arkadaş "dışarda olsam, uzun süreli savaş militanlığını tercih ederim" diyor. Ama orada da mutlaka bir büyüklük yapmak istiyor. Onu da çok büyük biriki seçenek de var. Yani bir seçeneğe kendini mahkum etmi-yor. Bir büyüklük de burada. Tercihini daha zor olandan yapması, büyüklüğünü bir kat daha artırıyor. Ama çok daha çarpıcı. Eğer sizin konumunuzda olsaydı, bunu da başarıyla yü-rütecek. Bu dönemin en çok yapıya, kadro adayalarımıza u-laştırmaya çalıştığımız bir sonuçtu. Burada en iyi anlayan ve ona yanıt olan kişiliktir diyebilirim. Bir düşünce derinliği ka-dar, bir dürüst Partili olmanın çarpıcı ifadesi sözkonusu. Ken-disi ile boğuşmuş sonuçta çok güçlü bir karar ve kendini terbiye etme gücüne ulaşmıştır.
8 Mart konuşmaları önemliydi. Bakın sizin çıkarmadı-ğınız bütün sonuçları, o zor koşullarda çıkarmış bulunuyor. "Kim ne derse desin" diyor. Oradaki "kadın kurtuluş ideolojisi, özgür yaşam manifestosudur" derken, en iyi anlayanlardan biri olduğunu söylemek mümkündür. Orada oldukça çarpıcı ve yenilik içeren bir çok değerlendirmeler yapmıştım. Hepsi-ni çok büyük şeyle özümsüyor. Ve ideolojik-politik merkez, bunu da Parti Önderliği'nin temsilini tarzında dile getirmesi çok büyük karar ve değerlendirme gücüdür.
Görüldüğü üzere, bu şahadetler gerçekten hem de çok büyük, hem de büyük güçlendiren şahadetlerdir. En önemlisi de burada böyle bir umutsuzluğun değil de muazzam bir ya-şam tutkusunun, bir zafer tarzının şehitleri olmasıdır. Burasını çok iyi açığa çıkarmamız gerekiyor. En ufacık bir yetersizli-ğin şahadetleri değil, kendilerini en çok tamamladıkları, en çok kendilerini kusursuz kıldıkları noktanın şahadetleridir. Gerçekten bu Partinin, bu ordunun en üst düzeyde gerçek ko-muta ve savaşçı kişilikleri oluyor. Gözlerinizin önünde bunu savsaklamak, bunu başka kılıflara büründürmek kesinlikle mümkün olamaz. Hiçbirinizin gücü de kurnazlığı da buna yetmez. Ama gereklerini yerine getirmeye de hepinizi çağırı-yorlar.
Benim için söyledikleri daha anlamlı ve daha ağır gö-revler oluyor. Başımızı her zaman büyük sorunlarla uğraştırdık, burada çok daha büyük tabii. Unutmayın, sizin çözüm di-ye dayattıklarınızın hepsi yerle bir edilmiştir. Sevgi, kadın-er-kek ilişkisi boyutunda yapılanlara büyük eleştiri de var. Ama diğer yandan çok büyük bir aşka çağrı da var. Nasıl altından çıkacaksınız? İnkara gelmez çok net! Öyle uyduruk duygular burada yok. Fikirsiz, ucuz yaşamalar burada yok. Savaşsız aşk yok! İlkesiz ucuz güdülere dayalı hiçbir şey yok. Çok bü-yük sevgi var, çok büyük yaşam tutkuları var. Bunların hepsine yanıt olamazsanız, ben sizi bu değerlerle kıyasladığımda tabii hükmümü vereceğim o büyük bir vasiyete karşı. İsterseniz kırk takla atın, numaradan numaraya girişin, çok açık ve doğru gücünü geliştirmenizde bize de rehberdir.
Sema Yüce'nin mücadelesinde, özellikle Parti içi sava-şımında, kısmen Zilan'da da vardır gereken yeterli yaklaşımları bulamıyor. Yani o etrafındakiler de Partili ve doğruları söylüyorlar, ama biraz da ideolojik kuruluk temelinde ve çok somut, gerekli olduğu kadar yerine getiremiyorlar. Bu çok ge-nel bir durumdur ve bu saflarımızı da zoruluyor, ama çok zor bir gerçekleştirme biçimidir. Benim tarzımda bu cevabı iyi yakalıyor. Özgürlükte buluşma olarak değerlendiriliyor. Yal-nız bunu taklit etmeniz bir çok çarpıklığa yolaçmıştır. Bence bu uyarıdan da yola çıkarak bu taklitçiliğe son vermek gere-kiyor.
Nereden bakılırsa bakılısın, erkekte Fikri Baygeldi'deki hem çok değer veriyor, çok seviyor. Dikkat edilirse sevgi, aşk sözcüklerini çok değerli anlamda kullanmıştır. Ve bu kadın yoldaşları da çok iyi incelemiş ve onları özümsemiştir. Öyle cahil birisi değildir. Ulusallık derecesinde görüyor ve bağla-nıyor. İşte bizim özlediğimiz bağlılık bu temeldedir. Bunu saflarımızda acaba ne kadar uyguluyorlar. Bir sürü kadın mi-litan var aslında. Onları ne kadar inceliyorlar, somutta olduğu gibi değerlendiriyorlar. Erkek kişiliklerinin de bu yönlü çok önemli görevleri var.
Burada Zilan ve Sema -Serhıldan- kişiliğinde ucuz bir kadın olmak istemiyorlar. Diyor ki; "başlangıçta 'kadın dü-şürücüdür' sözünü büyük bir rahatsızlıkla karşıladım ve asla böyle bir kadın olmayacağıma o zaman karar vermiştim. Ne düşen, ne de düşürülen bir kadın olmamaya çok büyük bir çaba harcadım" diyor ve sonuna kadar bu-nunu savaşımıyla yürüyor. Aslında şeyden de vazgeçmiyor. Oradaki yoldaşlarla bir sevgi paylaşımını doğru temelde, bi-raz sanırım bizim gerçekleştirmek istediğimiz temelde ger-çekleştirmek istiyor. Yanıt alamayınca iki duygu arasında eziliyor; bir doğru sevgiye ulaşamama, bir de yanlış anlaşılma. Bu şiddetli kırılmalara, acılara yol acıyor ve karşı taraf bunu anlamıyor. Hep ideolojik doğruları dayatma adı altında, kuru, anlama derinliği olmayan bir yönetim, bir merkez dayatıyor. Onun için diyor; orada iki merkez olmaz. Sanırım bunu kas-tetmek isitiyor. Merkez tektir, güneş tektir. Sonuca buradan gidiyor ve biraz da hatasının telafisi sözkonusu burada. Ne-den bölme kişilik şahsında bir merkez gördü ona özeleştiridir. Son şehidin bunu dile getirmesi ve zaten bir iki cümle sonra kökten kopuştan bahsediliyor. Bu anlayışta onu belirtmesi ö-nemlidir. Bireysel, keyfi kişiler seçme, merkezler seçme, Par-tiyi kişilerin şahsında tanıma, burada şiddetle onu mahkum e-diyor ve kendisine de son bir noktayı koyuyor. Bu çok çarpı-cı.
Önderlik olayındaki gerçekleşen özgürlük, bütünüyle il-kesi ve uygulamalarıyla güneş kadardır. Katılmamız gerekir gibi bir kesin sonuç var. Zilan'da daha teorik, daha ilkeli iken, Sema'da daha sorunlarla boğuşma ve pratikleşmeye doğru bir tamamlama olayı var. Fikri'de de bir tutarlı erkek kişiliğinin nasıl yeniden şekillenmesi gerektiğine dair çok duyarlı, an-lamlı yanıt var. Zaten kendisi de söylüyor. Bunlar büyük ger-çekleşmelerdir. Sadece büyük sözler değil, büyük eylemlerdir.
Bize düşen bunun ne kadar gerçekleştirilebileceği sorunudur. Sizlere de bir halk olarak, bir Partili olarak, bir kadın olarak vasiyetleri var. Ama en çok da bana. Kendilerini adamaktan bahsediyor, o zaman ben kendi gücümü bunun için kullanacağım. Sınırsız adamaya karşı, sınırsız bir yanıt olabiliyor, oluyor da. Yani hem erkekten, hem kadından kendi dev-rimcilerinle kendi savaş ustalığında yaşamda özgürlük düze-yini gerçekleştirme ustalığında neler yapabilirim? Bu da biraz bana kalıyor. Dogmatik bağlanmamak gerekir. Zaten bu va-siyetlerin içinde var. Çok somut olmak gerektiği yine dile ge-tiriliyor. Çok sahte özeleştiri dilinin kullanılmaması gerektiğini söylüyorlar. Bu da çok çarpıcı.
Çok büyük yaşam isteği, çok büyük eylem isteği var ve gerçekleşiyor. Çok büyük yaşam isteği, yaşamı çok büyük sevmekten, aşk düzeyinde ve ondan bahsediyorlar. Ama o da işte olmuyor. İlkesi olmadan, örgütsel çabaları olmadan bu büyük yaşam gerçekleşemez. Ben o halde deli değilim. Ne-den bu kadar örgütsel olabiliyorum. Milyonları bile şahsında her tür fedakarlığa yatırabilecek kadar uygulayabiliyorum. İş-te örgütsel gücümle. Çok küçümsediğimiz, hep sıkıldığınız örgüt ilişkileriyle oluyor. Büyük yaşamın başka bir yöntemi yoktur. Sizin bütün yaptıklarınız örgüt gücünü dağıtarak bir yaşama ulaşmak, bu düşmanın ezeli uyguladığı "sen köle kalmaya mahkumsun" ilkesine göre yaşamak. Çünkü güçsüzle-şenin, güçlü büyük yaşamı olamaz. Hanginiz burada kalksa-nız, burada ağır bir cezayla çarptırılsanız birisinin yüreği "ah" bile demez. Çünkü örgütsüzsünüz.
Örgütlülük; yoldaşlarınızla kurduğunuz ilkeli bir bağlı-lıktır. Buna sevgiyi de, duyguyu da katmalıyız. Ama ilkeli ol-mak esastır. İlkelilik nedir? İlkelilik; bir savaş için gerekli o-lan bütün örgütsel bağları, yani köprüleri kurmaktır. Yok! Ha-zır örgütü bile dağıtmak en çok hoşlandığımız işlerdir. De-mek ki, büyük özgür yaşam için en çok gerekli olan önderlikte kendini ifade eder. Örgütselliğin, yani yoldaşlarla halkla bağlaşmasının, ilkeli çok örgütlü biçimini kişide yakalamak. Herkesin biraz değer verebileceği, aslında güneş parlıyor, bizi sonuna kadar temsil eder, akıllıdır, yaptığı işin bilinci, gücündedir. Bunun dışında birey seviyeli, saygılı, sevgili bir yaşa-mın başka yolu yoktur. Örgüt yetkilerini gasp ederek, örgütün kuru tüzük esaslarına dayanarak, hatta hatta biraz da gözükara kendi köhnemiş güdülerini dayatarak, bırakalım büyük bir yaşamın sahibi olmayı, büyük emekle hazırladığımız özgür yaşam olanaklarını yerle bir eder. Hele bir de buna hammalvari veya güdüler sınırına inmiş böyle ne verirsen ona razı, yaşam adına bir kırıntı da bulsa razı bir kimlikle büyük ya-şam talebine asla ulaşılamaz, layık olunamaz. Bunlar da yetmiyor.
Bunlar işin asgari olması veya olmaması gereken hu-susları iken, büyük yaşam aynı zamanda güzel geliştirilmesi gereken yaşamdır. Güzel yaşamın büyük, kutsal ilkeleri kadar onun gergef işlemesi gibi ilmik ilmik dokunması gereği vardır. Gözle, davranışlarla herşeyin estetik, yani güzellik sınırlarında yürütülmesi gerekir. Büyük yaşamın özü örgütse, ör-gütlülük düzeyiyse, bunun elbisesi de güzel nakışlardır veya böyle bir dokumayı gerektirir. Nedir bunlar da? Dildir, dav-ranış güzelliği. Böyle olunmadan büyük sayılır, sevilir bir ya-şamın sahibi olunamaz. Hayret ettiğim nokta; neden bugüne kadar düşünemediniz? Ve çok sevmek ve sevilmek istiyorsunuz, ama gereklerine de bu kadar ters davranıyorsunuz. Ne-den? Bugünde en çok sorgulamanız gereken yönünüz budur. Bu yoldaşların bana kendilerini büyük adaması acaba boşuna mı dersiniz. Değil! Ben onlardan daha fazla, eskiden beri a-damıştım. Onların ki bir yanıttır. Nasıl adadım kendimi? Bu-nu açtım da herhalde, bugün dolayısıyla biraz daha açmakta yarar var.
Genel geçer ölçülerle ne beğenirim, ne de kendimi be-ğendirtirim. Ama çok eskiden beri hem bana hakim olan bir duygu, hem de giderek kişilik pratiği olarak geliştirdiğim hu-sus, özgür veya özgürleşmesi gereken bir kadın kişiliğine gö-re nasıl kendimi anlamsız müthiş yaparım? Bu yoldaşların as-lında biraz dile getirdikleri benim bu çabalarımla olmuştur. Daha ben çocukken bizim erkeklerimizin kendilerini beğendirme ölçülerini halen hatırlıyorum. İsim düzeyinde bile ba-zıları aklımda. Ceplerinde o yuvarlak küçük bir aynaları var-dı, bir de tarakları vardı, ikide bir açar, böyle saçlarını tararlardı. Bunun pek fazla bir çekicilik yaratacağına o zamandan beri inanmadım. Ama o güne göre ölçüler bunlardı. Kadının da bundan farklı değil.
Şüphesiz kendini bir insan olarak, yalnız kadına değil, halka da beğendirmek için akıl almaz bir savaşım yürüttüğüm biliniyor. Ve her düzeydeki bir savaştır. Her boyutta, tek bo-yut da değil. Çok yönlü ustalıkla işlenmiş bir yaşamdı. Ba-zıları halen benim bir sırrım olarak değerlendirmek istiyorlar, ama öyle değil. Emekle kendimi hazırladım. En büyük eleştirilen benim Kürt halk gerçeğinde, genelde de, ama giderek en maruzlarımızın bile bize öykünmekten geri durmadıkları, hat-ta düşmanımızın da oldukça saygılı olmaya çalıştığını bili-yorum. Ve halkımızın da derinden bir bağlılığı, onun büyük bir boşluğunu, zihinsel-ruhsal açlığını büyük gidermenin bü-yük ustalığını göstermekle bağlı.
Şimdi kadın sözkonusu olduğunda bu biraz daha derinleştirilmiş. Özgün bir kişiliği gerektiriyor. Çok değişik bir ka-dın kazanım dilim vardır. Hem kültürü, hem pratiği aslında oldukça kapsamlıdır. Sanmıyorum içinizde bu konuda biraz araştırmak isteyenler olsun. Bu yoldaşlar, -bunu biraz Partiyle olan yoldaşlar olduğu için söylüyorum- bu çok kendi içinde eleştirisel, savaşsaldır. Halen de sürdürüyorum. Benim için beğenmek ve beğenilmek bitmiş bir savaş değildir. Bunun i-çin de ilkeler giderek tanrısal sınırlara kadar da dayanır. Ta-rihin ilk dönemlerine kadar, geleceği de kuşatır. Hoşlandığım bir savaş türü.
Erkek tarih boyunca bir silahı iyi kullanır, onun hoşuna da gider. Erkek egemenlikli çirkin anlayış dediğimiz de bu. Kadının zayıflıklarını kadına karşı bir silah olarak kullanır. Ben bunda hep çirkinlik gördüm. Hep böyle başından beri herhangi bir öğretiyi okumadan önce derinlikte bile böyle ka-dının zayıflıklarını, erkeklerin tek yönünü değerlendirmelerini, kendilerine avantaj çıkarmalarını kesinlikle kendi gururuma yakıştırmadım. Farklı olma gerektiği kararını o zaman verdim. Kadınların alıştırılmış olduğunu erkek olmamayı da-ha o günlerde kafama koydum. Bu nedenle anam, bana göre ve benim kadına göre fazla bir kişilik olamayacağımı dile ge-tiriyordu. Yani ne bu kadına göredir, ne de kadın buna göredir. "Bizim oğlan akranları gibi olamayacak. Yani evelek oğ-lum aile sahibi olamayacak" anlamında endişeleri vardı. As-lında çok ahım-şahım bir kişilik olduğumu söyleyemem, ama toplumun bütün bireylerinin, kadın ve erkeklerinin rahatlıkla içine girdikleri yaşam benim için Kaf dağına, Ağrı dağına çıkmak kadar zor geliyor. Ben sizi esas alamam. Ben böyle o-lamam diyordum. Ve bu beni hep arayışlara itti.
Hemen şunu da belirteyim ki kadından uzak durmak kadar ilgi yüksekliği de atbaşıydı. Feodal, dini ideolojiye gö-re Fatma'nın günahkarlığını halen çok iyi hatırlıyorum. Ge-rektiğinde 300 metre mesafeden bakmak, ama diğer yandan da daha gizli duygularla da. Neden böyle oluyor? Neden şu kızı şu erkek istiyor? Şu adam şu kızı şöyle oldu, bunlar böy-le olmamalı gibi değişik duygular altında da kalıyordu. O gü-nün düzeyi böyleydi. Bunlar devam etti. Bu ortaokulda, liselerde değişik aile ve sınıflardan gelen kızlar benim için ulaşılması da çok zor, benim de onlara ulaşmayı kabul etmem çok zordu. Başkaları için çok rahat olan bir-iki sözcük konuşmayı bile benim gerçekleştirdiğimi düşünemiyorum. Bu üniversite-ye kadar da devam etti, son sınıfa kadar. Ankara gibi bir merkezde bu gücü ne gösterdi? Kendimi de oldukça iyi sakladım. Kadına bu düzeyde verdiğim şey vardı, değer var. Bu daha doğrusudur. Yanıbaşımdakileri çok gözükara, çok rahat kendilerini herhalde düşürdükleri de desem doğru olur, benim i-çin yine umutlarımı yitirmeden bir yaklaşımı elde ediyordum. Daha bu Partiye başlamadan önce kadın gerçeği şahsında bir yurtseverlik duygusunu yakaladığımı veya bir yurtseverlik duygusunun gerekli olduğunun sonuç olarak kendime belirttim. Yani sevebilmenin bir şartının yurtseverlikle bağlantılı olması gerekir. O kadar.
Daha sonra böyle Partileşmeyle birlikte kadınla işe baş-lamam da var. Biraz güçlendiğim bir süreçtir. ama gerçekten en zorlandığımız bir süreç. Bunun hikayesi çok işlenmişti aç-mayacağım. Halen o ilişkiye yönelmemin içinde yurtseverlik var, sosyalizm var, hesaplaşma var. Büyük bir cesaret, fakat böyle kapsanamaz. Sonuçları biliniyor. Devletle savaşa kadar götürdü. Öyle kadın savaşı nedir derseniz her attığım bir i-liş-ki beni TC ile en büyük bir savaşa kadar sürükledi. Bu sava-şın sonuçları özellikle 76'dan 86'ya kadar çok içiçe, adeta cephe savaşı gibi, daha sonraki yıllarda cephe gerisinde yü-rütülen savaşlardır. Sizin bu savaşları sıradan basit vermenize şaşırıyorum. Herhalde diğer savaşları da büyük vermeyişinizin bir nedeni de budur.
İncelemenize açmıştım bu süreçleri, bu yoldaşlarımız sanırım biraz incelemişlerdir. Ve gerçekten bu özellikle ruhsal iradeyi ayakta tutma, özgürlük ruhunu satmama, kadın konusunda genel geçer ölçülerle yetinmeme, ne kendini kullanma, ne de kullandırtma gibi bir duruma yer vermeme. İçinde bambaşka bir sürü şey var. En önemlisi de devletin kendisi var. Şunu da hiçbir zaman unutmayın. Kadın erkek ilişkilerinde, bu ilişkilerin merkezinde, kalbinde devlet vardır. Şahadetleri-miz dolayısıyla bu büyük gerçeği ifade etmem gerekir. Devlet sızmıştır, yani düşman sızmıştır. Bunun bilinçli bir ajanlıkla alakası yok. Objektif olarak devletin en iyi sindiği, sızdığı noktadır. Buradaki devleti göremeyen -hem de görülmesi ger-çekten büyük bir anlayış ve duygu gücü istiyor- bu savaşta herhangi tutarlı bir başarıya gidemez. Ben biraz el yordamıyla, biraz daha baskın çıkan yurtseverlik, Partisellik görevlerimle kendimi yenilmekten alıkoydum. Farkımız burada. Ye-nilmekten alıkoyduğum gibi biraz da devleti yenmeye çalış-tım.
Şimdi devleti yenmek sadece kaba istihbaratını, polisini, JİTEM'ini bilmem MİT'ini, Özel savaş birliklerini atlatmak değildir. Daha fazla güç istiyor. Duygu yükü, ilişki tarzı onu yenmekten daha zor. Bir alışkanlığı yenmek kurulmuş bir savaş düzenini yenmekten bildiğiniz gibi çok daha zor. Eins-tein bile "Bir alışkanlığı yenmek atomu parçalamaktan daha zordur" diyor. Burada bunlar var. Kendi alışkanlıklarımı yenmek. Herhalde en zor savaşlardan biridir. Kendi erkekliğini yenme en ilginci de bu! Ve bende genelde bir Kürt erkeği ol-duğuma göre bazı özelliklerini mutlaka kapmışım, o erkeği yenmek herhalde gerçekten atomu parçalamaktan daha zor. Nasıl yendim? Kendimi sorgulamam gerekiyor. Sorardım; e-ğer sizin böyle bir kadınla ilişkiniz olsaydı ne yapardınız? En zavallı çoban erkeğimiz bile diyor ben anında şöyle bellerdim. Oysa giderek ünü, adı yayılan bir örgüt, bir hareket ön-derliği. Bir çoban kadar bile düşürülmedi. Burada büyük bir farklılaşma var, ayrışma var. Hakim erkeklik dünyasından ko-puyorum. Büyük oranda darbelerle, vura vura, vurula vurula duyguda, düşüncede, örgütlenmede, ama yenik düşmüyorum. Ve daha sonra bir özgürlük alanı kazanıyorum. Gerçekten bu savaş belli bir aşamaya geldikten sonra, büyük oranda TC ö-lümcül bir darbe almıştı. Köleleştirici bir çok ilişki öldürücü bir darbe yemişti. Savaşmayan erkek öldürücü bir darbe ye-mişti. Tıkanan PKK merkezi bir darbe yemişti. Herşey ka-çışla sonuçlandırılmak isteniyordu, kaçış eğilimi büyük bir darbe yemişti. Müthiş! Bunun için kullanılan kadın, en geliş-kin ajan tipi olarak hem objektif, hem subjektif anlamda bir kadın kişiliği, ölümcül bir darbe almıştı. Benim de halim çok zayıftı, ama yine de ayaktaydım.
Bundan sonra kadın çözümlemelerine, 87 Mart'ında başladım. O büyük savaşımın etkisiyle yakından bağlantılıdır. Her çözümlemede bir kadın çözümlemesini birlikte geliştirdim. Ve bu güne kadar da devam etti bu. Herhalde iyi olmuştur. Çünkü büyük kadın kahramanlıklarının ortaya cıkışı, u-zun vadeli savaş gerçeğinin yine gerçekleştirilmesi bu sava-şımla da yine oldukça bağlantılı. Bunu çözemeseydim ondan sonraki süreci çözemezdim.
Unutmayın ki, halen merkezimiz kadrolarımızın ezici bir çoğunluğu bu çözüm gücüne ulaşmaktan uzaktır. Tam tersine merkezimiz ya kof güdülerine düşmüş, bir liberalizm de demiyorum. Düşkün düzenin gerisinde bile bir yaşam, ilişki alışkanlığı. Böyle çok dogmatik, hatta Sema arkadaşımızın öfkesine yolaçan kof bir ideolojik dogmatik sınırda takılmış kalmışlardır. Birileri süper ihanete gidiyor, diğerleri örgütü i-çinden çıkılmaz, pratiksiz, kurutucu bir konumda bırakıyorlar. Ve bundan istifade, yeni yetme kadrolar savaşçılar olarak da sizler akıl almaz hatalar, düşmanın veremeyeceği zararları başta da kendinize vererek çok tehlikeli bir konuma kadar ge-lebiliyorsunuz. Bu büyük çözümleme gücümüz kazandığımız irade, sabır çoktan belki de bin defa PKK'yi, onun savaşım ordusunu yerle bir edebilecek bu tutum ve davranışınızı en üstten en alta kadar her düzeyde yıkıcı, etkisini önlememi sağlamıştır. Yani kendimi hazırlama gücüm, gerçekten herkesin "sırdır, nasıl yaşatılıyor, nasıl bunu yürütüyorsun" dediği noktayı, bu sabır mücadelesinin öğrettiklerinin ışığında yü-rütüyorum.
Gelelim bunun bir parçası olarak kadın yoldaşların a-danma gerçeğine; burada özgürlük olayını netleştirdim. Hatta bir çok yoldaşın kişiliğinde en kahraman kişiliğe, kadında ö-zellikle sembol olabilecek özelliklere doğru da kavuşturduk. Siz belki buna biraz çarpılarak, sersemliyerek bakıyorsunuz. Ama bana göre -buna "ilmi, öğretisi" diyor Sema Yüce yol-daş. "Öğretisi" diyor, kadın kurtuluş öğretisini kastediyor- ö-nemlidir aslında. Bu öğretiye başvurmadan kadınla herhangi bir alış verişiniz olmaz. Özellikle YAJK somutundaki kadınla mümkün değil ilişkilenmeniz. Fikri Baygeldi kadar bir yiğitlikle, mütevazilikle bu öğretinin erkek boyutunda bir öğrencisi olmazsanız sizin için kadın yok. Kadın için de ateşin külle-rinden kendini yaratma deniliyor. Bu çok büyük Parti kişiliği, başta örgütlülük düzeni, bu da yetmiyor. Büyük yaşam tutkuları, -arzular da dahil- herşeyde büyük bir yenilenme var. Ona ulaşmadıkça da adının önderlik gerçeğinde, dolayısıyla tüm insan ilişkilerinde kendini yenilemesi mümkün değildir. Böy-lesine çok çarpıcı bir noktaya gelinmiştir.
Özgürlük tanrıçası adeta bağlılık istiyor, sadakat istiyor. İşte yurtseverlik sadakati, eşitlik sadakati, güzellik sadakati. Bu sadakati, bu bağlılığı göstermeyenin kadınlığı da beş para etmez, erkekliği de. Bu, soylu yaşamın gerçekleştirilmesidir. Ben tam ulaşamadım diye üzülmüyorum. Ben dediğim gibi bunun bir savaşçısıyım. Kendimi sembolize etmiyorum. Ger-çekten bundan da hoşlanmıyorum. Ama savaşçı kurnazlığı benim daha çok bayıldığım bir nokta. Böyle sembolleşen ve-ya özgürleşen yaşam taçlanmasına karşı durumunuza çok ü-zülüyorum. Yetersizlikleriyle savaşmak benim için en gizliden yürüttüğüm bir savaştır. Çok kıskanç, çok ilkeli, çok ye-nilikli bir savaştır. İşte bu adanmışlığı biraz bu izah ediyor. Güzel kadınlarla düşüp kalkmaktan ziyade, güzelleşen kadınla, güzelleşen insanla bir bütün olarak olabilmek benim bir tutkumdur. Öyle çürümüş geleneklerin yaşamı çoktan rezil olmuş bilmem şu ahlaki kuralın ne mal olduğunu ben çözmüş durumdayım. İster tanrı kaynaklı olsun, ister toplumumuzun kendine göre olmazsa olmaz kabilinden gördüğü ne olursa ol-sun, onun önderlik gerçeğinde aşmışız. Daha çok tercih edilen yön bu işin zaferini sağlamak.
Hiç ayıp değil söylemek, ben bir özgür kadın olsam, öl-dürseler beni, biraz da güzelleşen bir kadın isem, mevcut er-kekliği paylaşmam imkansız. Hatta bende yine bu konuda bir duygu vardır. Nasıl oluyor da özellikle tutsak edilmemiş kızlar bu erkeklerle olabiliyor? Henüz olur diyebildiğim veya yanıtını olumlu verdiğim bir sorgu değildir. Olamaz gibi bir yaklaşımım var, olamaz da ve bu dikkat edilirse bu ideolojinin ayrılmaz bir parçasıdır. Erkek için de benzer bir sonuç çı-karırım. O kocaman erkekliği nasıl böyle köleleşme yolunda bir kadında tüketiyor? Hemen herşeyinin odak noktasına alı-yor. En çok yadırgadığım, utanç duyduğum bir yaklaşımdır. İ-deolojimizde buna da çok etkili bir yer verilmiştir.
Katiyen geliştirmeye çalıştığım bir husus, yarışı geliş-tirmeye devam et. Bunda da bence bir vahşilik veya insanı belki çok zorlar ama, bana göre halen geliştirilmesi gereken bir yarış türüdür. En güzeli kim, bunun içinde de en yiğidi, en güçlüsü başta olmak üzere, söz, davranış en güzel heykelleri bile aratmayacak kadar kimde ne kadar gerçekleşiyor. Böyle bir çabam da var. Herhalde güzel bir çabadır bu. Zorlar sizi tabii. Çünkü bu aynada kendinizi seyrettiğiniz de ah-vah de-mekten başka bir çareniz kalmıyor. Ama güzellik tanrıçası, tanrısı yolunda da olmaktan biz vazgeçmiyoruz. Ah-vah edeceğinize bir çare bulun, doğru yola girin.
Ben özellikle bu yoldaşların söylediği kadar adanmış, adanması gereken bir kişi olmayabilirim, ama öyle olmaya çalışıyorum. Bu Fikri'de kendini çarpıcı adıyor. Değerlilik a-dına yarışı sürdürmek gerekiyor. Zaten mevcut haliyle beğenilecek hiçbir yanımız yok. Ve bu vesileyle şunu da açıkça belirtmekten geri durmayacağım. Bir çok beklentileriniz sizi hayal kırıklığına uğratacak. Çünkü önderlik öğretisinde bunların gerçekleşmesi çok zor. Kızları çok büyük bir yarışa zorladığımız kesin. Zorlamak zorundayım. Çünkü bu büyük u-tancı bu büyük zayıflığı ve bu büyük yaşam dışılığı aşmanın başka bir yolu yoktur. Çok sınırlı aşma gücünü göstermeniz, bu adanmışlığa yol açtığı gibi herhalde en büyük kazanımla-rından birisidir dememiz doğrudur, yerindedir ve buna artık dayanarak yarışı sürdürürseniz bu değerli yaşam, hep uğruna bu kadar adanılan yaşam kazanılabilinir.
Kendime çekmek zorundayım. Sanırım bu da çok soru işareti yaratıyor. Neden bana hep adam diyor? Bütün kadınla-rın çekim merkezi haline geliyorum. Şu nedenle; bu biraz ge-rekiyor, ben ne yapayım? Kadının bağlanacağı doğru erkek gerçekleşmiyor. Bu konuda kesinlikle kıskanç değilim. Bü-yük bir sorumluluk ağır bir görev olarak görüyorum. Bu aşamada kadın cehenneminden kadın cennetine yol almak için yapmam gereken bir iş. Zaten bu yoldaşlar bunu bildiği için "kendimizi feda etsek de bu yetmez" diyorlar. Bu noktayı sa-nırım bir vefa bir bağlılık olarak dile getirmek istiyorlar. Siz erkeklerin yarattığı ağırlığı durdurmak insan üstü bir çaba is-ter. Ben bunun ustalığını göstermişim. Siz her gün delmek is-tiyorsunuz bunu. Haksız, çirkin, anlayışsızlık ve zoraki irade dayatmalarını özgür kadın yükselişine karşı durduruyorum. Bu çok büyük çabadır ve gereklidir. Zaten bu yoldaşlar bana bunu vasiyet ediyorlar.
Kendilerini böyle adayarak, kadında da şunu durdurma-ya çalışıyorlar. O da çok dile getiriyor. Düşürücülük rolünüzü oynamayacaksınız. Cinsel açlık en azından diğer açlık kadar gözükaralığa yolaçar. Bunu biliyorum. Bizim soyumuzda, ge-nelde de günümüz dünyasında bütün sınıf mücadelelerinin emperyalizmin lehinde halledilmesinde en etkili faktör olarak kullanılmıştır. Kadın sermayenin herhalde emperyalizmin bulduğu ve hiçbir dönemle kıyaslanmayacak kadar topyekün sınıf savaşımına karşı en tehlikeli araç durumuna getirilmiştir. Zilan yoldaş bunu da dile getiriyor. Emperyalizmin kadını kullanması, buna çok daha ilkel dönemlerden kalma, bu son model baştan çıkarılma yollarıyla birleştirirsek, tutarlı bir sosyalizm savaşçısı bu sorunu çözmeden milim kadar adım a-tamaz. Zaten Lenin'de üstesinden gelememişti. Mao bir kü-çük burjuva ilişkiye sahip olmaktan kendini alıkoyamamıştı demesi de bundan ileri geliyor. Çok zor!
Kadını düşüren ve düşürülen bir nesne olmaktan çıkarmak bizim savaşımımızın en önemli bir yönünü teşkil ediyor. Kadını biz böyle terbiye etmek zorundayız. Başka türlüsünü hiç kimse bizden beklememeli. Kendimi bu konuda işte cins savaşımının da en yoğunlaşmış ifadesi haline getirmiş, tıpkı ulusal savaşın yoğunlaşan, tıpkı sosyalizm savaşımının diğer yönü eşitlik, işte özgürlük noktalarındaki o dağ gibi cins sa-vaşımının gerçekten bir odağı durumunda. Ne yapayım? Sos-yalizmi ilerleteceksek, ulusal kurtuluşta çok ciddi engelleri ortadan kaldıracaksak, örgütleşmede bir yıkılma, çözülme ne-deni olmaktan çıkarıp bir sürükleme nedeni haline getireceksek, cins savaşımının yoğunlaşmış ifadesi olmaktan başka ça-rem yok. Önderlik öğretsinin kadın boyutuyla anlaşılması ge-reken bir yanı da budur. Sema yoldaşın bahsettiği noktada yi-ne budur. Bu gücü göstermek gerekir. Çok büyük değerlendiriliyor bu metktuplarda.
Bu, yalnız İsa'nın havarilerinde, rahibelerinde görüldü-ğü gibi ne cinsel perhizle halledilebilinir, ne bilmem tutkuları uğruna dağları delen Ferhatlar'la, bilmem nelerle halledilebilir. Bu, daha fazla olmayı istiyor. Daha büyük bir aşama, işte orada da bu dile getiriliyor. İnsanüstü olma gibi birşey. Ne yapayım? Böyle bir görevde başa düştüğüne göre, elden ge-len yapılmak durumunda. Nereye götürdü bu? YAJK'ın olu-şumuna, önderlikle buluşmasına götürdü. Bunu çok mu isti-yordum önce. Yok! Ama özgürleşme adımları geliştikçe çare olmaktan vazgeçemediğimiz için bu noktaya gelindi. Bu sizleri zorluyor. Zaten her sorun zorlamadıkça çözüme yaklaş-tıramaz. Dolayısıyla kötü bir şey değil, ama çözümsüz bıra-kırsanız bu çok kötü olur. Zorlanma çözüme işarettir. Çözü-mü yakalamaktır. Ayrıca bir uğraş ister.
Bu iş gördüğünüz gibi insanlıkta ender rastlanan böylesine büyük eylemlerle yanıtını bulurken bu yoldaşların şah-sında bizimki de daha değişik kendini yakma demeyeceğim de, eritme, ilkenin giderek en ustalıklı güce dönüşmesine yol-açma. Kadın gücüne dönüşümü çarpıcıdır. Şüphesiz kadın gü-cü elimizde bir silahtır. Zaten vasiyet ediliyor. Bu silahı çok etkili kullanacağız. Niçin? Bu köhnemiş erkeği vatanına, öz-gürlüğüne, gücüne sahip çıkmak şurda kalsın, gücünü en ka-ba bir cins -ki, o da ne kadar güçlüdür belli değil- en kaba bir cins gücüne kadar düşüren bir erkeği yenmek bizim şeref borcumuzdur. Bunu biraz YAJK'la sürdüreceğiz. Bir de düşen, düşüren kadın var. Bunu da yenmeyi bu YAJK'la yürütece-ğim. Belli bir dönem bunlar çok gerekli. Gerektiğinde bir tan-rı, tanrıça gibi kadar bu gerçekleştirmeyi sağlayacağız.
Toplumun hafızası almıyor. Almıyorsa ben ne yapa-yım? Bu toplum sonuna kadar vatansız, sonuna kadar güçsüz, sonuna kadar çirkin. Bu yönleriyle değer verilecek hiçbir yanı yok. Mevcut erkek onun bir parçası olarak, mevcut düzen, statüko, kadın da öyle. Ne yapacağız bunu? Ağlamaktan sızlamaktan çirkinleştirmekten başka hiçbir yanları yok. İşte tanrı, tanrıçanın hükmü bundan sonra başlar. Sen kaybetmiş, sen çok alçaklardasın. Buraya yücelikler gerekir. Biz onun bayrağını kaldırıyoruz. Büyüklükleri burada. Çekim güçleri burada. biz böyle olacağız. Biz köhnemiş değer yargılarına göre hareket etmeyeceğiz. Sema yoldaş şunu da söyledi; "Başkan APO hakkında ne denirse denilsin, o ne derse desin" şeylerinde şu var, yazmış çizmişlerde kadınlara şöyle yapmaktan tutalım -ki bazıları böyle erkek mi olur diye eleştirili-yor- her tür eleştiri saldırı var. Ne denirse denilsin biz kendi yolumuzda yürümeye devam edeceğiz.
Bu yol, gerçekten oldukça farklı inişlerle çıkışlarla dolu bir yüceleşme yolu. İşte kadın için dediğim gibi çekim gücü olma bir öğreti kadar üzerinde duracağız. Yeni bir ahlakı o-luşturacak kadar herşeyin üzerinde duracağız. Cinsi yönden çekici organlarından tutalım, onun beynine, duygularına ka-dar herşeyine yeni bir terbiye, yeni bir ahlak, yeni bir ideolojik öğreti olarak yaklaşabiliriz. Neden? Çünkü ortadakinin yanına yaklaşılacak tarafı yok. İşkence! Bana belki de yaptı-rılacak en derinden işkence nedir? Böylesine bir kadınla bir kaç saatini geçirmek; bundan daha ruhumu baskı altına alabi-lecek bir başka işkence türü görmüyorum. Ama tersi de biraz doğru. Sınırsız beni yaşama çekecek ve savaşta dahil her tür işe koşturacak en güçlü itim nedeni nedir? Özgürleşen, güzelleşen kadın boyutuyla bu yaşam ve savaşta yol alır. Buna da varım, bunu yaratıyorum daha doğrusu. Hayallerimi gerçek-leştirerek savaş gücümü gerçekleştiriyorum. Zor bir iş! Her-kesin belki gücü yetmez, ama bu büyük savaşı başka türlü gö-türmenin de yolu yok.
Üzüldüğüm nokta, siz bunu çok geri, küçük amaçlı bi-raz da bizi taklit mi etmek istiyorsunuz ne, Başkanın yanında da kızlar var, "gel sicil amiri ol, mutfak memuru ol, büyük komutana bir şeyler hazırla kız!" diyorsunuz. Çok ayıp! Ben-de bu yok. Hiçbir kadına kendi hizmetimde, daha kendi istemimde çalıştırma amacım, ilişkim olamaz. Hatta güdülerimi tatmin etmede dahi olamaz olamaz olamaz! Ben yokum bu iş-te. Ama bir güzelliği geliştirmeye sıra geldi mi, sözkonusu ol-du mu, hiçbir ahlaki genel geçer ilkeyi dinlemeden ona sızar ve onunla yol almaya da çalışırım büyük bir savaş ustalığıyla. Sonuçları görüldüğü gibi fena değildir. Bu bizi halen bu sa--vaşın en başında tutuyor. Ne kinimizde azalma vardır, ne ça-lışma aşkımızda, aynı zamanda düşünce derinliğimizde ve güzel davranışların sahibi olmakta sanıyorum durum fena de-ğildir. En karşıtlarımız bile uzattıkları dili artık geriye çeki-yorlar. Bir güzelliği çekiciliği kabul ediyorlar. Burası da o ka-dar önemli değil. Bir çağ sonra anlaşılsa da, anlaşılmasa da o kadar önemli değil. Önemli olan bizim kendimizi tatmin et-memiz. Doğruluğuna ortaya çıkarana kadar bu çok ileri sevi-yeli bir savaştır. Gücünüzün bunu kaldıramayacağını biliyo-rum. Ama bize gerçekten tanrı hükmü kadar, yücelik hükmü de gerekli.
O çok büyük yaşama saygı denilen noktada tam böyle olmak gerekiyor. Büyük yaşam tutkusunda öğretisinden be-nim vazgeçmem olamaz. Hepinizden, hatta toplum, halkın kendisinden de vazgeçebilirim, ama benim bu büyük yaşam tutkum, öğretisinden vazgeçmem beklenmemelidir. Zaten bu-nu esas alarak, bu büyük savaşı göze almışlar. Geriye söyle-necek fazla bir söz yok. Bunu daha da kesinleştirecek zaferlerle götürmek isteyeceğiz. Bu yoldaşlarınızın büyük bir so-ğukkanlılıkla, seve seve ilgi duydukları ve gerçekleşmesi için herşeyini koydukları yaşam savaşımına, ben tabii ki ister bir önderlik, ister bir sıradan askerlik, militanlık olarak gereklerini yerine getireceğim, hem de çok boyutlu şimdiye kadar yaptıklarımız sözlerimize bağlılığın sınırlı bir örneğidir. Daha fazlasını da daha sonra yapacağız. Kesinlikle sizlerin herhangi bir baskı altına almadan, zorlayıcılığın da içine çekmeden eğer bu savaşta siz de yeralmak istiyorsanız ne kadar sorunla-rınız -güdüsel olanından tutalım düşünsel olanına kadar- ağır olursa olsun, sıcak savaşımdan tutalım, ruhunuzun derinliğindeki bir acının savaşımına kadar.
Bunların hepsini hal yoluna girmesinin de bir yolu, bu önderlik tarzındaki savaşla bütünleşmekten geçiyor. Bunlar e-ğer en büyük eylemse düşmanı da en çok korkutansa sınırsız güç fedakarlık, cesaret kaynağıysa, bununla bu düşman vurulup bu savaş kazanılacak. Eğer biz de savaşçıysak bunun ka-zanım tarzından başkasına biz yer vermeyeceğiz. Yaşamın güzelleşmesi de bunun zaten taçlanmasıdır. Güzellik tacımız çoktan başımızdan alınmış, yere çalınmış. Bu savaşla bu tacı tekrar başa geçireceğiz. Başka türlüsü zaten yaşam iğrenilecek, yanına bile varılamayacak kadar ayaklar altında çürütülmüştür. O halde aşkı da, onun savaşımını da bu kadar müthiş olan asıl doğru olmak kadar, olağanüstü irade keskinliği, tarz ustalığı örgütlülük, güzellikle yürütülen bu savaşıma yüce şe-hitlerimizin huzurunda hiç olmazsa bundan sonra onların ma-dem emriyse, biraz da bu önderlik tarzıyla benim de biraz kendimi zorlayarak biraz daha layık olmaya çalışmak, sizle-rinde buna layık çalışmanız için mutlaka gücünüzü kusursuz giderek gücünüzü de iyi ölçe-biçe şimdiye kadar verdiğiniz zararları telafi etmek kadar biraz daha borçlarınızı ödemeyi bilerek yüklenmenizi dileyeceğim bu şehitlerimizin huzurunda.
Bundan sonra sizlere şüphesiz güç vermeye çalışacağım gibi, sizin de yaklaşımlarınızın güce güç katma temelinde ol-masına da özen göstermeniz gerektiğini vurgulayacağım. Ve eminimki bu yoldaşlarımızın şahsında aldığımız güçle her tür zorluğu aşacağız, özgür yaşamın savaşımını başarıyla vere-ceğiz ve mutlaka kazanacağız. Bu şehitlerimiz güzel yaşamın gerçek sahipleridir ve ölümsüzleridir.
Parti Önderliği
30 Haziran 1998
- Ayrıntılar
